Ahmet Kabaklı ve Türk Edebiyatı Vakfının bizim edebi hayatımızda
apayrı bir yeri vardır.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Devlet hizmetinden Ocak-1978 tarihinden
itibaren emekli olduktan sonra, ilk sivil hayatına can dostu,
hemşehrisi Şeyhü’l Muharririn Ahmet Kabaklı’nın büyük emeklerle
kurduğu ve bu milletin vicdanının sesi haline getirdiği, “Türk
Edebiyatı Vakfı Müdürlüğü ile 4 yılı bulacak tatlı serüvene doğru
yolculuğu başlayacaktı…” Elâzığ Şehrinde, “Üstadım, ağabeyim, ruhumun
ve sanatımın mimarı” dediği Fikret Memişoğlu ile olan o dopdolu
yılların bir farklı efsanevi dönemine adımlarını atıyordu. Destanların
Efendisi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu bu arada, 1980-1981 yılları
arasında da, Türk Edebiyatı Dergisinin yazı işleri müdürlüğünü büyük
bir başarı, azim, gayret ve vefakârlıkla yürüteceklerdi… Bu dönemde
Türk Edebiyatı Dergisinde yer alan isimler;
“Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Kabaklı, Cemil Meriç, Prof. Dr. Ayhan Songar,
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Yavuz
Bülent Bakiler,
Sevinç Çokum, Osman Yüksel Serdengeçti, İsa Kocakaplan, Abdullah Satoğlu,
Ahmet Taşgetiren, Altan Deliorman, Sadri Sarptır, Dr. Emel Esin,
Dilaver Cebeci,
Prof. Dr Erol Güngör, Prof. Dr. Mehmet Kaplan,
Prof. Dr. Mustafa Kafalı, Gültekin Samancı, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş,
Osman Çeviksoy, Ahmet Güner ve burada ismini sayamadığımız sahasının
güçlü kalemleri ile birlikte Türk düşünce hayatına şekil verirler.
Özellikle de, Ahmet Kabaklı ve Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun,
Harput Kültüründen taşıyarak getirdikleri, “Kürsübaşı Sohbetleri…”
Türk Edebiyatı Vakfı Çatısı altında, “Çarşamba Sohbetleri…” olarak
tarihe geçecekti. O sohbetlerin mükemmel olduğunu bilirim ve sürekli o
ortamda bulunmayı da hayal etmişimdir. O sohbetleri bizler,
“Üniversite Gençliği Üzerinde bir Sosyal Mühendislik Çalışması…”
olarak değerlendirdik. Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz isimlerin
herbiri bu coğrafyanın ‘vakıf zihniyetli emektar insanlarıdır’ Her
birini kutlar, rahmetle, minnetle, şükranla yâd ederim. Böyle bir
mekânda, ‘konuşmacı olmak…’ Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gibi bir
deha insanı anlatmak bizler için de bir onurdur elbette… Türk
Edebiyatı Vakfı Başkanı Serhat Kabaklı’nın o heyecan verici
koşuşturması bizlere tabi ki, biricik amcaları olan Ahmet Kabaklı Hoca
ve onun büyük emeklerle ayağa kaldırdığı Türk Edebiyatı Vakfını
geleceğe taşıma iştiyakı oluyordu. Türk Edebiyatı Vakfı, bir yanda
İstanbul’dan Anadolu’ya; beri tarafta da, Türk Dünyasına tatlı bir
esintiyle; Gaspıralı İsmail Efendinin tarihi rolünü/ veya misyonunu
yerine getirmenin heyecanını yaşıyordu… O misyonun tarihi
merkezlerinden birisi de şüphesiz ki, Türk Edebiyatı Vakfıydı… O vakıf
hâlihazırda, Türkiye’yi ve Gönül Coğrafyamızı besleyen Piri Türkistanî
Ahmet Yesevi ’den uzanan/ veya bizlere manevi bir haz veren gönül
çeşmesidir. 26 Kasım 2025 Günü, Çarşamba Günü vaktimizi, ‘İrfan
Ocağında…’ geçirdik. Muhterem kardeşlerimiz, Prof. Dr. Hasan Fahrettin
Keleştemur, Prof. Dr. Haluk Keleştemur, yeğenim Ferruh Keleştemur
bizleri yalnız bırakmadılar… Özellikle de bizleri dinlemeye gelen can
dostlara müteşekkir olduğumu belirtmek isterim. Her biri bu
coğrafyanın tebessüm eden yüzleri… Allah onlardan razı olsun. Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nun yüreklerimizi ısıtan şiirlerinde ne
diyorlardı;
'Vatan oğul... Bayrak oğul... Devlet oğul... Can oğul…
Sevmek nedir? Bunu bilen âşıklara Bismillah.
Gazi oğul, şehit oğul, iman oğul din oğul…
Ak döşünden kan fışkıran deşiklere Bismillah.
Düşte gördüm, kanlı başın Peygamberin dizinde
Ocaklara, eşiklere, beşiklere Bismillah.'
“Şol Gökleri kaldıranın
Donatarak dolduranın
Ol deyince olduranın
Doksandokuz adıyla”
İnsanların zihinlerini açan yürekli çağrılara merhaba demeliyiz. Ve
bütün dostları da burada yâd etmeliyiz.
Ağın Gemuhu Köyüne kayıtlı Fethi Gemuhluoğlu, “İnsana dost olmak,
fikre dost olmak, coğrafyaya dost olmak, tarihe dost olmak, Kendi
vücuduna dost olmak, komşuya dost olmak gibi kademe kademe, ama
enteğre, bir bütün içinde bütün dostluklar söylenmeye mecburdur.”
Bizleri Türk Edebiyatı Dergisinde dostlarla buluşturan Yüce Yaratan’a
hamd-ü senalar olsun.
Dostlar ve dostluklar asla unutulmaz… Rahmetli Babamız, “bizim
dostlarımızla, dostluklarınızda nesiller boyu devam etsin…” derlerdi.
Baba dostlarını/ ecdat dostlarını her zaman için yâd ederiz.
Bizlerdeki, Türklük sevgisi budur… Atayurt'a olan o derin muhabbetin
kaynağı da budur. “Coğrafyaya dost olmak, tarihe dost olmak…” bir
bakıma, ‘kendimiz olmaktır’
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu anlatırken, “Alper Tunga’nın iki bin
yıl sonra gelen soluğuydu… Yunus’un dili, Mevlana’nın engin ufku,
Sinan’ın eli, Itri’nin sesiydi…” diyoruz. Asıl sevda, dostluk işte
budur… Onun şiirlerinde, “bal arısındaki işçilik, ipek böceğindeki
zevk, her ilmekte can bulan renklerin senfonisi…” kelimelere mana
elbisesini giydiriyor, o ferasetle feryadımız oluyordu…
Sadık Kemal Tural Hoca, “Bugünün bekçileri siyasetçileridir, yarının
namusu da şairlerden sorulur!”
Destanların Efendisinin sözleri sadece yaşadığı zaman dilimi
içerisinde değil, o geleceğin tarlasını bir yanda nadaslayan/ bir
yanda süren/ toprağa tohumu atan bir dehadır… Bu milletin hafızasından
ne Yunus’u ne Şeyh Galip’i ve ne de Yahya Kemal’i silemezsiniz
efendim… Destanların Efendisi bizleri, “Hicret” şiiriyle, “Kaşgar’da
Ezan Vakti” şiiriyle, “Önkuzu” şiiriyle, “Harput’ta Abideler” şiiriyle
ve bunun gibi yüzlerce şiiriyle, ‘bilumum değerlerimize…’
götürecektir. O değerler, yolumuzun üzerindeki ışıklardır. Nur
içerisinde yatsınlar, makamları cennet olsun, vefalı dostlara selam ve
muhabbetle esenlikle kalınız efendim.