Suriye’yi, Irak’ı anlatırken bu coğrafyanın; Türk-İslâm Coğrafyası
içerisinde yer aldığını söylemek isterim.
Suriye için yazdığımız bir şiirimizde şöyle diyoruz; “Coğrafyamın sur
içinde kalesi/ Halep gönüllerin beyaz lâlesi/ Ata’m, Gazi Süleyman Şah
Otağı/ Menbiç, Gazi Belek’in gül hamlesi/ Gül Bahçesi’nde anılır
cümlesi…”
Bir diğer şiirimizde de şöyle diyoruz, “Halep’te, gözyaşımı,/
Kerkük’te gönlümü bıraktım!/ Fırat Vadisinde, hüznümü,/ Harput’ta, dua
mı bıraktım/ Doğu Türkistan, yürek yangınım;/ Kırım'da, sürgün yılları
bıraktım!”
Her şeye rağmen, ne Irak bizlere uzak ve ne de Suriye… 1920
yıllarında, Halep Şehri, “Anadolu/ Küçük Asya…” başlığı altında yer
almıştır! 1920’li yıllarda, Halep Şehri nüfus olarak da ağırlıklı
olarak bir Türk Şehridir…
Tarihi kaynaklar ne diyorlar; Irak, 404 yıl 1514-1918 yılları
arasında; “Musul, Bağdat, Basra…” ismiyle olarak Osmanlı Hâkimiyeti
altında kalmıştır.
Suriye ise 402 yıl (1516-1918 yılları arasında “Halep Vilayeti, Şam
Vilayeti…” olarak bilinirdi.
İsrail ve Filistin ise 402 (1516-1918) yılları arasında; “Kudüs Şerif
Mutasarrıflığı…” olarak Osmanlı Hâkimiyetinde kalmıştır…
Sözünü ettiğimiz Halep Vilayetine ilk Vali, Sultan Melikşah tarafından
1084 tarihinde, Türk komutan,
Kasimü’d-devle Aksungurlu…” atanacaktır. Bizler şahsen, Halep Şehrini
sürekli olarak Harput Şehri ile birlikte telaffuz ettik. Harput
Hükümdarı Belek Şahın, hükmettiği topraklar anlatılırken, “Halep’ten
Erzurum’a kadar uzanan topraklar…” olarak ifade edilir.
16.yüzyıl, Kanuni Asrıdır. Bu asırda Suriye'de konar-göçer olarak
yaşayan Türkmenler; “Halep civarında, Halep Beydili Türkmenleri…
Hama’da Salur Türkmenleri ile Hama Bayadı… Humus'ta, Salur, Avşar ve
Bayındır boyuna mensup Türkmenler…” yaşıyorlardı. Tarihi inkâr
edemezsiniz. Bu coğrafyada, dünden bugünlere kadar var olan, Kültürü
de inkâr edemezsiniz…
Günümüzde Suriye Türkmenleri; “Şam, Lazkiye, Hama, Humus, Halep ve
Rakka kentlerinde ve köylerinde yaşamaktadır…”
Türk Silahlı Kuvvetlerinin 20 Ocak 2018’de gerçekleştirdiği, “Zeytin
Dalı Harekâtı, Afrin Operasyonu veya Afrin Harekâtını hatırlarsınız…
Bu harekât için kaleme aldığımız bir yazıda şöyle diyorduk; “Daha
zinde ismin, / Türk’e zafer olsun/ Sütunlar, kubbelerle taçlansın/
Altında saf tutan neferin olsun/ Her tepen, dağın Gazi,/ Sofran,
“Besmele” olsun/ Malazgirt sırdaşın,/ Kılıç Aslan, Belek Gazi yoldaşın
olsun/ Meydan meydan muştular/ Zaferle anılan tarihin olsun/ “Kızıl
Elma” neresi?/ Sorusu, ruhunda emelin olsun/ Bayrak olmaya, vatan
uğrunda, / Asırlara, gül şehadetin olsun/ Zaferler için, âminlerimiz;/
İmanla yoğrulmuş milletimin olsun!”
Asıl bizler bağımızı koparan imansızlara seslenmek isteriz; “Derdini
paylaşmayan gamsızlar/ Çiğner mazlum gamını vatansızlar!/ Namerde el
verme, gönül bağlama/ Bağımızı koparır, imansızlar!”
Tarih öyle bir şekilde cereyan ediyor ki, İsrail’in en büyük korkusu,
tabiatıyla/ veya doğasıyla; Türkiye…
Türkiye’nin kontrolündeki bir Suriye ve Irak varlığı, Filistin’in en
büyük umududur… Dahası mı, Kudüs'ün tekrar asıl sahipleriyle
buluşmasıdır…
Gazze isimli şiirimizde şöyle diyoruz; “Gazze’de, kızıl kıyametler
kopar/ Sanki yüreğimden bin parça kopar/ Müslüman kardeşine
ağlamayan,/ Kendine uçurumdan bir yer kapar/ Bilmeden yolu uçuruma
sapar…”
İsrail'in en büyük hedefi nedir, “bütün sinir uçlarının alındığı
bölünmüş bir Suriye…” Şam’ın üzerinden, fitne ve fesat tohumlarını
eksik etmeyen bir İsrail… Ama onun karşısında bölük-pörçük bir halde,
İslâm Dünyası… Asıl kâbus burada! Filistin’e sahip çıkamayan bir İslâm
Âlemi!
Ortadoğu’nun, İslâm Âleminin tek umudu, en müşfik limanı, Türkiye Cumhuriyeti…
Türkiye'de, siyasi irade olarak, “toprak bütünlüğünü koruyan tam
bağımsız bir Suriye Devletinin…” yanında, müşterek ittifak halinde…
Suriye’nin güvenliği bir bakıma, Akdeniz’in güvenliğidir. Suriye’nin
güvenliği bir bakıma, “Fırat Havzasının Güvenliğidir…” Türkiye,
hâlihazırda, her iki güvenlik unsurunun da, ‘sigortası durumundadır…’
Şunu ifade etmeliyim, tarihi iyi okumalıyız. Coğrafyanın dününü ve
bugününü de iyi bilmeliyiz. Selâm ve muhabbetle