Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Ölüm üzerine (dörtlükler)

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

ÖLÜM İKİ HECE

Ölüm, iki hece
Ne gündüz, ne gece
Sözün bittiği yerde
Kader, alında yazı
Kışında karı, ayazı
Kefendir beyazı
Sözün bittiği yerde
Nefesin kesildiği yerde

ÖLÜMÜ YAŞAMAK

Bilir misin, şu dünya ‘emanet yurduymuş’
Nefis, nefis; ‘beni benden çalan pusuymuş!
Ey gafil, ey bedbaht, nasıl da fani’ye uymuş
Her giden yolcu ameliyle anılırmış

ÖLÜM KADERDE…

Ölüm kader de, keder gözyaşımız
Kim bilir nerde, son lokma aşımız
Ürküntü verir; her ölüm, ayrılış!
Taşınır, fani âlemden na’şımız
Yolumuz mahşer, tevhide sarılış
Müjdedir en kutlu nida, “Kurtuluş”

ÖLÜM

Ölüm, sevdiğin dalından koparır
Bilirim mahşere yolculuk başlar
Bu ne his, dünyalarımı aparır
Yerinden oynarmış olanca taşlar

Köyüm, şu asırlık ihtiyar konak
Ak yüzlerin hani, ruhundan kopmuş!
Cansız bir beden gibi taş duvarlar
Hasırlı seccade alnından öpmüş!

ÖLÜM

Ölüm, bir göz açıp kapama kadar,
O kadar yakın, bir adım ötesi
Üç gün, bir ömür hikâyesi kadar
Geçmiş yıllarım bir adım ötesi

ÖLÜM

Aklım, iradem, fikrin ifadesi;
Düşünsene, ‘ölüm nişanesi’
Düşer toprağa, cümle canlar teni!
Ameliyle inşa eder, binası!

“İki günü eşit olan zararda”
Kâmil insan ilmi ile kararda
Gece-gündüz bir ahenkle içiçe
Ömür, ehl-i hâl olana yararda

ÖLÜM HABERİ DUYUNCA
Ölüm haberi duyunca titrerim
Kalu Belâda verilen sözleri
Özümde yaşar, mum kimin eririm
Fani dünyanın savrulur közleri

ÖLÜMÜ YAŞAMAK
Bilir misin şu dünya, emanet yurdu...
Nefis, bizi gönülden çalan pusu
Ey gafil, nasıl da ‘fani’ye uymuş!
Her giden yolcu, ameliyle anılır

Gurbet, içimizde deriz garibe,
Dost şerbetin, hayretle içeriz!
Her giden yolcu, dün-yasıyla anılır
O hasret, hayret, hicretin adı ölüm...

Yaman bir ayrılık sancısı gülüm...
Sana aşina olduğum Ey dünya?
Muhabbetimi, tebessümü aldın
Meğer ‘yalnızız’ ıssız bir sokakta...
İzbe bir yolda, meğer ayazdayız

Merhaba, dirilişe ve ölüme
Merhaba deriz, fenadan bekaya
Merhaba deriz, bahardan kışa
Merhaba deriz, gündüzden geceye!
Merhaba, iki hecenin soğuğuna..
Bize, Hakkı soluklayan, nefese!
Dünyamız! Geçmişe, ‘hikâye’ deriz
İz bırakan, birer ‘hatıra’ deriz!
Gölgeler gibi; vücudun kıyamda,
Bakın o musalla taşın kapısına

Bekaya açılan, yolun durağı!
Vuslat yolcusu; yüzü Hakka dönük
"Ölmeden önce ölümü yaşamak"
Selam bizden, hidayet yolcusuna

ÖLÜM…
Akıl girdabında dipsiz uçurum
Nasıl çeker kendisine bir bakın
İdrakimden uzak tuttuğum ölüm;
Meğer bana gölgeler kadar yakın

İçimdeki yangın nasıl sönecek
Bu devran bizi kavurup dönecek
Belki, ‘can azat olunca’ dinecek
Ölüm, bizlere uyku kadar yakın

UYANIN

Faniden Bekâya yol alır insan
Dem be dem garip yolcusu dünyanın;
Kalbi ihsan ile süzülür ihlas,
Âlemle birlikte zikre uyanın

ÖLÜM, ŞEB-İ ARUZ

Hak ile bağı olan sürgün bilir
Dünyayı gurbet, ölüm; Şeb-i Aruz
Karakoç’um göçü diriliş bilir
Kalbi şahadetinde biz de varız

ÖLÜMÜ YAZMAK

Kanayan bir yaradır, içimizde…
Yıldızlar kayar yanı başımızdan
Gün biraz daha soğur, ecel terinden!
Dünyamız, biraz daha yalnızlaşır
Gözyaşı, içinde hasret taşır.

ÖLÜMÜ DÜŞÜNMEK

Düşlerinizle birlikte hakikate uyanmak
“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar”
Bu dünyada, ‘uyku nöbetindeyiz’
O nöbette, ‘hırs tuvali’
Dünyayı bizlere sevdiren boyamız!
Yaş kemale varınca, ‘çığlığımız başlar’
O çığlıkta, ‘gafletten uyanış’
O çığlıkta, ‘bilgeler yolunu özleyiş’
Hüznümüzü dağıtan bir ses gelir, maveradan;
“Erken ölüm yoktur, kadere iman vardır!”

Yazarın Diğer Yazıları