Lütfen söyler misiniz, “Neleri Çözeceğiz!”
Bir şeyleri çözelim derken, ‘kendi içimizde çözülecek miyiz?’
Kökleri derinlerde olan Anadolu insanının, ‘sağduyusu…’ o kadar müthiş ki!
Basireti bağlananlar, Anadolu insanındaki, o asil zarafeti göremez!
Vatan ve millet aşkındaki, izzeti ve ikramı da anlayamaz!
O halde şimdi gelelim, ‘Evet’ ve ‘Hayırlara…’
Bu ülke de, ‘Birliğe ve beraberliğe…’
Evet!
Bu ülke de, ‘Kardeşlik Hukukuna…’
Evet!
Bu ülke de, ‘Çoğulcu Demokrasiye…’
Evet!
Bu ülke de, ’Barışa ve istikrara…’
Evet!
Bu ülke de, ‘insanı yücelten bütün değerlere…’
Evet!
Bu ülke de, ‘Adalete, Eşitliğe, Hoşgörüye…’
Evet!
Bu ülke de, ‘Kamu Düzenine…’
Evet!
Bu ülke de, Bütün iyi niyetlere…’
Evet!
Bütün bu ‘evetler’
Coğrafyanın da, pozitif enerjisidir
Bu ülke de, ‘Harama ve Haramilere…’
Hayır!
Bu ülke de, ‘Bütün art niyetlere…’
Hayır!
Bu ülke de, ‘yapay duruşlara…’
Hayır!
Bu ülke de, ‘yol kesen-pusu kuranlara…’
Hayır!
Bu ülke de, ‘bölücülere ve fitnecilere…’
Hayır!
Bu ülke de, ‘inkârcılara…’
Hayır!
Bu ülke de, ‘her türlü ayrımcılığa…’
Hayır!
Evetler, bu ülkenin, ‘artılarıdır’
Hayırlar, bu ülkenin, ‘eksileridir’
Bu ülke de, insana bizler; “yetmiş iki millete bir gözle bakan”
Yunus'un, ‘gönül diliyle’ yaklaşıyoruz
Bizler, İnsanı, “yaratılanların en şereflisi” olarak biliyoruz
O halde, bizlerin temel felsefesi nedir?
“İnsanı yaşatmak…”
Art niyetli, bölücü insanı, bütün değerleriyle, ‘inkâr’ ediyor.
İnsanı, sadece ‘bir eşya’ veya ‘bir met’a’ olarak görüyor.
Geliniz, birlikte; “85 milyonla birlikte bizler, Büyük Türkiye…” diyelim.
Geliniz birlikte, “Demokrasi Bahçesi…” içerisinde duruş gösterelim…
Geliniz birlikte, “Barışa…” huzur/ veya güvene yürüyelim…
Geliniz, birlikte; “Daha Güçlü Türkiye’ye…” yürüyelim
Sözün özü, “Birlikte Rahmet, ayrılıkta Azap” var
“Yarın geçilecek yolları, bugünkü nesiller inşa ederler!”
Her birimizin hayalinde, “Büyük Türkiye” ideali olsun…
“Gaye-Ufuk-Peygamber, bir büyük sevdadır…
O sevda'da, bu milletin “Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi…” vardır. Rahmetli
Prof. Dr. Osman Turan’ın bu millete armağan ettiği eserinin adı da,
“Cihan Hâkimiyeti Mefkûresidir!” Milletler, büyük idealleriyle
yaşarlar. Hayalimizde kurduğumuz, ‘nihai hedeflerimiz…’ dün olduğu
gibi günümüzde de olmalıdır. “Bir olacağız, diri olacağız, iri
olacağız!”
İnancımızda hiçbir zaman, ‘ümitsizlik olmadı…’ Elbette, olmayacaktır.
Selam ve Muhabbetle
AH! BU TÜRKÜLER
Allah rahmet etsin, Yavuz Bülent Bakiler, ‘Bizim Türkümüz’ isimli şiirinde;
“Bizim türkümüzde gurbet var artık.
Hasret var, yürek var, toprak var balam
Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar
Tiyan-Şan, Kadır-Gan Dağları’na dek uzar
Kim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar”
Bizim dilimizde, irfanımızda, tarihimizde; ‘sömürge’ veya ‘istila’
gibi bir kavram yoktur!
İnsanı, ‘eşref-ül mahlûkat’ veya ‘yaratılanların en şereflisi’ olarak
gören bir ahlak vardır, bir ihlâs, bir tefekkür vardır. Bu milletin
tarih boyunca, ‘fethetmediği iklim, suyunu içtiği ve havasını
solukladığı kara parçası kalmamış gibidir’
Türk gittiği yerde önce, ‘gönülleri’ sonra da, ‘toprağı’ fethetmiştir!
Türk’ün adil yüzünde; ne kin vardır, ne nefret, ne gurur, ne kabaran
bir öfke, ne intikam tohumları ve nede, ‘gözyaşı ve kan lekesi’
Türk’ün hâkim olduğu kara coğrafyası nasıl sürekli imar edilmişse;
gönüllerde aynı şekilde şefkat ve merhamet nazarlarıyla imar ve ihya
edildiğine tarihler şahadet ediyor.
“Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz” bu coğrafya insanının, Irak’a
ne kadar yakın ve bir anne şefkati kadar yürekten bağlı olduğunu
anlatmaya yeter değil mi?
“Irak bize ırak değildir” sözü elbette, gökten zembille inmedi!
O yakınlık, ruhumun derinliklerinde; ‘türkülerimizle, hoyratlarımızla,
manilerimizle’ yaşar!
O sebepledir ki, ‘kan damlayan gözyaşlarında biz varız’ bizlerden başkası değil.
Şüphesiz ki, “Peygamberlerin, sahabelerin, İslam âlimlerinin ve
evliyaların diyarı o masum topraklarda” biz olduk, bizlerin mahzun
kalan gönülleri oldu.
Bağdat için kitaplar, romanlar yazıldı Anadolu’da…
Musul, Kerkük, Süleymaniye için şiirler yazıldı, ağıtlar döküldü Anadolu’mda…
O yürek parçalayan acılarla, ‘gecenin ayaza çevirdiği soğukluk çöktü’
bütün bedenimize…
Fatih Kısaparmak ’ında dedikleri gibi, “Savaşların yıkımlarını her
zaman türküler söyler”
Zalimin ahir zamana kadar, ‘alçak yüzünü’ türkülerimiz ifşa etmiştir.
Yakın tarihimize şöyle bir uzandınız mı? Üç kıtada tarihin en büyük
devletini kuran Osmanlı’nın son iki asır içerisinde aldığı ağır
yenilgiler, büyük toprak kayıpları ve özelliklede, ‘Zağra Müftüsünün’
eserinde o dönemi anlatan hazin göç sahneleri! Türk’ün birçok cephede
verdiği o şanlı mücadelenin bütün özetinde, ‘Yemen Türküsü’ nü hala
milletçe birlikte dinleriz.
Çekilen ıstırapları, zorlukları, ayrılıkları, yoklukları bir, ‘destan
havasında’ Türkülerimizde soluklarız. Çanakkale bir destandır değil
mi? Kurtuluş Savaşı o destanın zafere taşıyan rağbetidir değil mi? .
“Çanakkale içinde aynalı çarşı’ ‘-Havada bulut yok’ ‘-Yörük Ali’
‘Asker Yolu Beklerim’ gibi onun gibi bu milleti bir Sakarya gibi, bir
Fırat gibi duygu selinde birleştiren onlarca, yüzlerce türkümüz
tarihimize, hatıralarımıza, geçmişimize ışık yakar.
‘Estergon Kalasından’ nerelere doğru geldik; Şerife bacıların
hatıralarına doğru yol aldık, türkülerimizle! ‘Kırımdan gelirim’
türküsünün yanık sesiyle yankılandı Anadolu’mdaki cepheler! O
cepheler, sırtında mermi taşıyan anaların, Kara Fatmaların, Nede
Hatunların vakarları ile abideleşti.
Arif Nihat Asya’nın, “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” mısraları okundukça
bu milletin coğrafyanın nasıl vatan olduğunu bir daha derinden
soluklarım;
“Şehitler tepesi boş değil,
Biri var, bekliyor...
Ve bir göğüs nefes almak için
Rüzgâr bekliyor.
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye,
Yattığı toprak belli…
Tuttuğu bayrak belli…
Kim demiş Meçhul Asker diye? ”
M.Nihat Malkoç, ‘Âh Bu Türküler’ isimli makalesinde şu ifadelere yer
veriyorlar; “Toplulukları millet hâline getiren unsurların başında
millî ve manevî değerler gelir. Bunları yaşadıkça ve yaşattıkça
milletçe kenetleniriz. Nasıl ki çimento taşları sıkı sıkıya birbirine
bağlarsa örf ve adetler, kültürel birikimler de değişik unsurlardan
meydana gelen toplulukları birbirine bağlar.”
Türküler bu değerlerin sese bürünmüş, nağmelere gömülmüş, notalarla
örülmüş hâlidir. Türküler bizim sesimiz, yürek burkuntularımızdır çoğu
zaman…
Türküler Anadolu demek. O coğrafyada acıları bal eden ve tahammülü
destanlaşan şahsiyet abidelerinin gönül çağlayanı… Sinelere hapsedilen
aşkların dilidir türküler… “Kerem’in Aslı’sına, Mecnun’un Leyla’sına,
Ferhat’ın Şirin’ine, Tahir’in Zühre’sine söylediği yürek mektuplarıdır
onlar…
Ege türküleri yiğitlik, Akdeniz türküleri melânkoli, Orta Anadolu
türküleri hüzün, Doğu ve Güneydoğu Anadolu türküleri ağıt, Karadeniz
türküleri kıpır kıpır hareket ve hayata bağlılık duygularıyla
örülüdür. Her bölgenin türküleri ayrı bir yönümüzü işler nağmelerin
sihirli atmosferinde…”