Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

İstanbul, Türkiye'nin toplamı…

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

İstanbul, Anadolu’nun boyası…
Onda, coğrafyamın bütün renkleri…
Baktım da İstanbul’a, Yedi Tepe’den;
Bütün hülyalarım onda akıyor…

Edirne’den Kars’a, Anadolu;
Sana göç etmiş…
81 İl’in varlığında,
Mayasında çalınmış,
Ey İstanbul, ekmek kokusu kadar sıcaksın…

Hz. Mevlana ne diyorlar;
“Her gün bir yerden göçmek,
Ne iyi, Her gün bir yere
Konmak ne güzel
...Bulanmadan, donmadan
Akmak ne hoş, dünle beraber,
Gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa,
Düne ait, şimdi yeni şeyler söyle”

Şimdi, senin içinde,
‘Sözü tadımda bırakıp…’
Yeni şeyler söylemeliyiz…
“Süleymaniye’de Bayram Sabahı”
Daha dün kadar yakın bizlere…
O mısralar, ‘yarınlar kadar’ hasret kokar…
“Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;”

Söz, ışık oldu aktı içimizden,
Kandil dolu gecelerden süzüldü…
Rıhtımındayız her dem yolların;
O yollar ki, hep mazi kadar zinde;
Ati kadar bitmeyen bir hülyadır…
İstanbul, Anadolu’nun gönlünde;
Her dem doğan bir güneş kadar sıcak…

Yahya Kemal, İstanbul'u fetheden Yeniçeri'ye
Bir Gazel yazar;
“Vur Pençe-i Âlî`deki şemşîr aşkına
Gülbang-ı âsmânı tutan pîr aşkına
Ey leşker-i müfettihü`l-ebvâb vur bugün
Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına
Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün
Gelmiş bu şehsüvâr-i cihângîr aşkına
Düşsün çelengi Rûm`un, eğilsün ser-i Firenk
Vur Türk`ü gönderen yed-i takdîr aşkına
Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar
Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına”

Orhan Veli Kanık,
“İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde.
Alnın sıcak mı, değil mi bilmiyorum;
Dudakların ıslak mı değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.”

Ziya Osman Saba,
“Seni görüyorum yine İstanbul
Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan
Minare minare, ev ev,
Yol, meydan.
Geliyor Boğaziçi'nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi.”

Anadolu’yu hüzün besler…
Gıdasında, ayrılıklar vardır!
Hasret tüter bütün ocaklarından
Gurbet sinmiştir içine,
Dertli mi dertli öykülerle…

İstanbul, Türkiye'nin/veya Anadolu'nun toplamı…
Anadolu, o toplamın çarpanı…
Dün de öyle oldu,
Yarında galiba öyle olacak!
Anadolu'nun bağrından kopacak,
Hasretler, ışık olup akacak…
Gurbet türküleri hiç susmayacak…
Bilmez misiniz?
Allah Resulünü(sav) ağırlayan büyük Sahabe ’yi…
Muştuladı, Allah Resulü(sav) İstanbul’un fethini…
O muştuya ad oldu,
Bağrına aldı bastı, konuk etti toprağında…
O toprak, Anadolu'nun en fazla rağbet ettiği;
En bahtlı, mekân oldu…
Bütün sevgilere taç oldu…

ÜZÜLME…

“Üzülme! Dert etme can! Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes
alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan... Ne mutlu sana! Elinde olmayanları
söyleme bana... Elinde olanlardan bahset can! Üzülme! Geceler hep
kimsesiz mi geçecek? Gidenler dönmeyecek mi? Yitirdiğin her ne ise;
bir bakarsın yağmurlu bir gecede… Veya bir bahar sabahında karşına
çıkmış... Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta... Gel Git’lerin
olmadığı bir hayat düşünebilir misin? “Hüzün olgunlaştırır… Kaybetmek
sabrı öğretir…”

Yazarın Diğer Yazıları