29 Mayıs 2008 yılında aramızdan ayrılan, “Türkiye’m” şiirinin yazarı
usta kalem, Şair, Yazar ve mütefekkir, ehli hal insanı Dilaver
Cebeci’yi, aramızdan ayrılışlarının 16.ncı yılında rahmetle anıyoruz…
Bu vesileyle, Şair, Yazar ve Akademisyen Dilaver Cebeci’nin, 1973-
Ankara baskılı, “Hun Aşkı” kitabını bir daha okuyorum. Bu eserde,
‘yiğitlik ve güzellik’ adına ne varsa görebilirsiniz
Dilaver ismi sözlükte, “Yiğit, yürekli” anlamlarına geliyor. Ne
diyoruz, “ismi ile müsemma olan” bir şahsiyet.
“Hun Aşkı” isimli eserinin önsözünde şair, “Gelin bizim mavi
denizlerimiz, Hürriyet türküleri dinleyerek büyüyen çocuklar Ve
Deliormanlı Pehlivanlar aşkına gelin, biz günde beş kere Tanrı’nın
huzurunda uzak kıyıları söylüyoruz. Atlas yelkenli gemilerle gelin,
gelin ey mavi denizlerimiz!”
Renkler senfonisinde Dilaver Cebeci’de, ‘Mavi’ ruhunda taşıdığı
coşkudur. İç derinliğidir. İçinde esen fırtınalardır… Dilaver
Cebeci’de, “Türk’ün Aşkını” yaşarsınız…
“Hilallerin ardı sıra,
Denizleri yara yara,
Şam’a, Kerkük’e, Mısır’a,
Türk ve Turan yazacağım.
Ozanların dillerine,
Arabistan çöllerine,
Şol Viyana yollarına,
Türk ve Turan yazacağım
Gök Hazer’e, Kaf Dağı’na,
Orduların sancağına,
Türk’ün gerçek toprağına,
Türk ve Turan yazacağım,”
O aşk, ‘fütuhat aşkıdır’ O aşkta, ‘hürriyet şarkılarını’ dinlersiniz.
O aşk sizlere, ‘huzuru çimlendirir’
O aşkta, “Ulu’l Emr” vardır. O aşkta, ‘coğrafyanın dilini’ konuşursunuz.
Dilaver Cebeci’nin, “Türkiye’m” Şiiri, milyonların dilinde bir ezgi,
bu milletin ilanihaye yaşayacak olan ‘hoş sedası’ olmuştur.
“Baş koymuşum Türkiyemin yoluna
Düzlüğüne, yokuşuna ölürüm,
Asırlardır Kır atımı suladım,
Irmağının akışına ölürüm.
Düğünüm, derneğim, halayım, barım,
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım,
Kilimlerde çizgi çizgi efkârım
Heybelerin nakışına ölürüm.”
Üç kıtayı birbirine yaklaştıran o şanlı fütuhatın ‘damarları,
kökleri…’ Anadolu’dadır. Tarihe, geleceğe o köklerle tekrar sürgün
vererek yürüyeceğim. Bu benim inancımdır. Şefkatin, merhametin kalp
atışlarını Anadolu’da dinledik. O bizleri yüreklendiren ulu bir
sevdamızdı. O sevda bu millete görevler yüklüyordu.
Cihana, nizam/düzen verecek görevler; “Baş koyduğumuz, Türkiye’nin Yolu…”
Cihanşümul bir yolculuğun adıdır.
O yolculuğa Dilaver Cebeci üstadımız, ‘Hoyratlar’ yazar…
“Kırıkkale’m, Kırıkkale’m
Kâğıt yırtık, kırık kalem
Türk’ün boynu bükük ama
Umut sende Kırıkkale’m”
“Mühürler, mühürler
Ay-yıldızlı mühürler,
Cenge girse Türkoğlu,
Kıtaları mühürler.”
Farkında mısınız? İsmi konulmamış ‘amansız bir cenkteyiz’ Söyleyin,
çekinmeyin nasıl bir ahenkteyiz!
Fikir talan edilmiş, kopkoyu bir renkteyiz. 21. Asır, sana hangi gözle bakayım?
Gönül coğrafyama, Anadolu’dan ‘ağıt yakarız’ Masum, mazlum yürekler,
irade bekler bizden.
Dilaver Cebeci’de, ‘asrın dilini’ okurum. Hasret dolu sevdalarımızı konuşurum,
Sitare’nin şairi Dilaver Cebeci bir şiirinde,
“Yirmi birinci yüzyıla beş kala,
Süleymaniye sokaklarında avare geziyorum,
İnsanlar tanıdık gibi bakıyorlar yüzüme
İçlerinden geçeni seziyorum
Sultan Süleyman’dan kalma bir hüzünlü akşam
Sessizce okşuyor gururlu kubbeleri”
Kubbeler, içime doğan ışık gibidir. Bendeki yangınların sebebidir.
Dilaver Cebeci’nin, Niyazi Yıldırım’ın vefatlarında mısralarında hüznü
okursunuz;
“Ağdı ta göklere niyazım gitti!
Yıldırımlar düştü, Niyazi’m gitti!
Hâlim, istikbâlim ve mazim gitti!
Agâh ol İstanbul, uyan ey şehir!
Allah Kadim, Allah Bâki, Allah bir.”
Dilaver Cebeci’yle, İstanbul’da “Darüzziyafe’de” bir araya geldik.
1550’li yılların hatırası, o tarihi mekânda; Şiirin, Sanatın,
Musikinin, edebi motiflerin efsaneleştiği iklimde, Dilaver Cebeci’yi,
‘asırlara tebessüm eden’ dil ile dinlemiştik. Ruhi bir zenginlik,
gönüllerinde taşıdığı olgunlukla dinlemiştik.
Elazığ’ı şiirinde tarif ederken ne kadar nezih bir üslup kullanmışlardı;
“Gakkoş coşkun bir âşık, yani sevgiden serhoş
Nezaketle asalet birleşip olmuş Gakkoş”
Kelkit Vadisinden, Fırat’ın sularına karışan nağmelerim, Harput’ta,
‘Hoyratlarıma’ ses verir…
O yürekli seste, Dilaver Cebeci’yi dinleriz, gönül muhabbetlerimizle…
Bu coğrafyanın dili, İman ve İslam Atlası Üzerine… Tefekkür hırkası
ile yolculuğumuz bir ömre bedel!
Öderiz bedelimizi, ‘hizmette kusur etmeden’ Dün Horasan Erenleri,
fetihlerin sessiz çığlıkları oldular.
Yürüdüler, Şarktan Garba doğru, bir büyük gönül alayıydı…
Gün ışırken, yüzlerde tebessüm yayılıyordu; güller açıyordu, gül
kokulu rayihalar!
Dilaver Cebeci’de, ‘bir edep dili’ vardı! Kur’an’da ki, ‘kıssalar…’
şiire nefes veriyor. Her nefeste, tarihin şifreleri çözülüyordu…
Mısralar süzülüyordu zamana, geçmişe ilmekler atarak. Nakışlar, şairin
dilinde tarihi resmediyordu… Dilaver Cebeci’de, şiir yüreklenir…
Asırların nağmesinde, ‘sizin boyanız’ Hülyalarınız olur.