Gülümseyen yüzler, ışıltılı anlar, kusursuz anılar... Sosyal medyada dolaşırken gördüğümüz bu kareler, günümüzün dijital sahnesinde mutluluğun en çok paylaşılan yüzü. Oysa gerçeğin ne kadarını yansıtıyorlar?
Mutluluk artık bir gösteriye dönüştü. Bir fotoğraf karesi, onlarca filtre ve özenle seçilmiş kelimelerle mutluluğun vitrini yaratılıyor. Ancak perdenin ardında bambaşka bir gerçeklik saklı: tükenmişlik, yalnızlık ve içsel huzursuzluk. Duygular ve deneyimler yerine beğeni ve algoritmaların yön verdiği bir dünyada, insanlar hayatlarını başkalarının onayı üzerinden anlamlandırmaya başladı.
Oysa mutluluk insanların sevdikleri ile paylaştığında çoğalan bir histi. Fakat dijital çağda tersine dönmüş gibi. Artık mutluluk paylaşılınca doğrulanan bir kavrama dönüştü. Bir anın güzelliği, içsel bir hissiyatla değil, dışarıdan gelen yorumlarla ölçülüyor. Fotoğraf çekmek için yaşamak mı yoksa yaşamak için fotoğraf çekmek mi? Bu ince çizgi giderek belirsizleşiyor.
Sosyal medya, mutsuzlukla savaşmamız gereken bir arenaya dönüştü. Herkes, sahte bir mutluluk hikâyesi yazıyor ve kendi başrolünde oynuyor. Ancak perde indiğinde, gerçek duygularla yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Kendimize şu soruyu sormalıyız: Yaşamın değerini, sosyal medyada paylaşıldığında beğeni alan fotoğraf karelerine mi sığdıracağız, yoksa gerçekten hissederek mi yaşayacağız?
Teknoloji, bağlantıyı kolaylaştırdı ama ruhlarımızı mı izole etti? Gerçek yüzleşmeler yerini online sohbetlere, duygusal derinlik ise kısa yorumlara bıraktı. İnsanlar, başkalarının hayatlarına bakarak kendi eksikliklerini hissetmeye ve sıradan mutlulukları yetersiz görmeye başladı. Oysa eskiden bir anın huzuru, içsel bir dinginlikle ölçülürdü; şimdi ise kaç beğeni aldığıyla.
Peki, mutsuz insanların mutlu fotoğraflar paylaşması ne anlama geliyor? Belki de bir çağın kendini kandırma biçimi... Gerçek mutluluk, filtrelerin ardında değil, hayatın içindeki anlarda saklı. Sosyal medyada görünen parıltılı hayatları değil, içsel huzuru aramak belki de gerçek kurtuluş.
Belki de en büyük yanılgı, başkalarının yüzünde gördüğümüz sahte tebessümlerin, bize bir şeylerin eksik olduğunu düşündürmesi. Oysa mutluluk bir poz değil; aniden gelen bir kahkaha, içten bir sohbet, göz göze gelinen anlarda gizlidir. Paylaşılmasa da var olan, gösterilmese de hissedilen bir şeydir.
Bazen telefonun ekranını kapatıp derin bir nefes almak gerek. Bir anı yaşarken onu kanıtlamaya çalışmamak, sadece hissedebilmek... Çünkü belki de gerçek mutluluk, hiç paylaşılmayan ama içinde saklanan anlarda gizlidir.
Gerçek mutluluk, başkalarına kanıtlanmaya çalışılan bir duygu değil, içten hissedilen bir varoluş hâlidir. Sosyal medyanın yarattığı sahte gülümsemeler arasında kaybolmadan, küçük anların değerini bilmek belki de en büyük özgürlüktür. Hayat, filtreler olmadan da anlamlıdır ve en güzel anlar, sadece yaşandığında kıymetlidir.