Dr. Öğr. Üyesi Saim Atalay Keleştemur

Kubbe savaşlarında yeni dönem

Dr. Öğr. Üyesi Saim Atalay Keleştemur

Sahnede yine Donald Trump, vaat yine görkemli ve proje yine dünyanın dengelerini sarsacak cinsten; Altın Kubbe adıyla duyurulan uzay tabanlı füze savunma sistemi. Altın Kubbe ilk bakışta bir ulusun en temel hakkı olan kendini savunma içgüdüsünün teknolojik bir yansıması gibi görünüyor. Ancak bu altın parıltının ardında, jeopolitiği yeniden şekillendirecek, trilyon dolarlık bir endüstriyi harekete geçirecek ve demokrasinin denetim mekanizmalarını zorlayacak derin bir siyasi strateji yatıyor.

DEMİR KUBBE’DEN DAHA GELİŞMİŞ

Trump’ın bu çılgın projesi, her şeyden önce, küresel güç dengelerine meydan okuyan bir hamle. Soğuk Savaş'tan bu yana uluslararası güvenliğin temelini oluşturan Karşılıklı Kesin Yıkım doktrini, hiçbir süper gücün bir nükleer savaştan galip ayrılamayacağı varsayımına dayanır. Altın Kubbe ise tam olarak bu varsayımı hedef alıyor. Eğer ABD, kendisine yönelik bir balistik füze saldırısını yüzde yüze yakın bir başarıyla uzayda durdurabilecek bir kalkan elde ederse, bu durum Rusya ve Çin gibi rakipleri için stratejik dengeleri altüst eder. ABD, bu iki ülkeyi kendi kalkanlarını geliştirmeye ve bu kalkanı delebilecek daha sofistike ve daha fazla sayıda silah üretmeye iter.

Proje, İsrail’in Demir Kubbesi’nden esinlenilmiş ancak kapsam ve teknik olarak daha farklı. Demir Kubbe, çok sınırlı bir coğrafyada, çoğu kısa menzilli roketlere karşı, yoğun sensör ağı ve anlık karar desteğiyle çalışıyor. Mühendislik başarısı tartışmasız; ama ölçek küçüldükçe arkasındaki teknoloji de görece basitleşiyor. ABD gibi kıtaya yayılmış bir ülke için benzer bir kubbe inşa etmek, sinyal işleme, komuta-kontrol, lojistik ve maliyet/etki hesabında çok daha farklı zorluklar demek. Üstelik burada söz konusu olan, sadece roketler değil; hızlanan hipersonik planörler, bağımsız olarak hedeflenebilir çoklu araçlar ve aldatıcılar.

Altın Kubbe, yaklaşık 175 milyar dolarlık bütçeyle, 2029’a kadar ABD ana karasını ve Kanada gibi bazı müttefikleri dünyanın öbür ucundan, hatta uzaydan gelecek tehditlere karşı koruyacak çok katmanlı bir kalkan olarak tasarlanıyor. Projenin koordinasyonunda Uzay Kuvvetleri’nden ’in adı geçiyor; sistemin uydu tabanlı erken uyarı, orta ve terminal safha önleme ve kısa menzil bataryalarıyla dört katmanlı işleyeceği belirtiliyor. Ancak bu bilginin ötesinde nasıl bir sistem olacağı henüz netlik kazanmış değil.

ELON MUSK’IN SPACEX’İ OYUN DIŞI

Trump yönetiminin Kongre'den talep ettiği bütçe, kaçınılmaz olarak silah mı, refah mı? tartışmasını alevlendirecektir. Bu devasa bütçe, sağlık, eğitim veya altyapı gibi alanlardan mı kesilecek? Bu yakın gelecekte sıkça duyacağımız bir başka tartışma konusu. Daha da önemlisi, Savunma Bakanı'nın imzasıyla projenin geleneksel denetim mekanizmalarından muaf tutulması, projenin en endişe verici yanı. Söz konusu muafiyet, vergi mükelleflerinin milyarlarca dolarının nereye harcandığını sorgulama hakkının askıya alınması ve projenin şeffaflıktan uzak, kapalı kapılar ardında yürütüleceği anlamına geliyor.

Bu devasa pastadan Elon Musk’ın bilinçli olarak dışarıda bırakılması ise projenin siyasi boyutunun altını çiziyor. Günümüzde uzaya en ucuz ve en güvenilir erişimi sağlayan SpaceX'in projede yer almaması, teknik bir karardan çok politik bir tercih gibi görünüyor. Bu durum, Trump'ın Musk ile olan kişisel çekişmesinin bir yansıması mı? Yoksa yenilikçi ve yıkıcı özel sektör oyuncuları yerine, Washington'un geleneksel savunma sanayi devleri Lockheed Martin, Northrop Grumman ve Boeing'e bir sadakat yemini mi? Cevap ne olursa olsun, bu tercih projenin amacının sadece en iyi teknolojiyi bulmak değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik gücü belirli ellerde toplamak olduğunu gösteriyor.

Altın Kubbe, tıpkı 1980'lerde Reagan’ın Yıldız Savaşları projesi gibi, milliyetçi ABD seçmeninin gururunu okşama, rakiplere gözdağı verme ve sadık savunma şirketlerini ödüllendirme aracı gibi duruyor. 2028 gibi agresif bir hedefle yola çıkılması, projenin başarısından çok, siyasi bir zafer olarak sunulma niyetini ortaya koyuyor. Asıl soru şu: Bu kubbe, Amerikan vatandaşlarını korumak için mi, yoksa küresel istikrar ve vergi mükelleflerinin milyarları pahasına, siyasi bir miras inşa etmek için mi tasarlanıyor? Zira tarih, bu tür görkemli projelerin genellikle beklenmedik ve ağır bedelleri olduğunu defalarca gösterdi...

TÜRKİYE’NİN HAVA SAVUNMA SİSTEMİ ÇELİK KUBBE

Avrupa ülkeleri, Japonya ve Güney Kore gibi müttefikler de bu kalkanın bir parçası olmak, korunacak alanı genişletmek ister mi henüz yorumlamak mümkün değil. Diğer taraftan NATO kendi projesini geliştirme yoluna mı girer yoksa ABD ile teknoloji alışverişi içinde mi olur bekleyip göreceğiz. Ancak gerek Altın Kubbe gerek benzer bir başka projenin dışında kalmak NATO içinde tartışmalara neden olabilir. Bu anlamda NATO üyesi ülkelerin nasıl bir konum alacağı da elbette merak konusu...

Altın Kubbe projesi, Türkiye'nin kendi hava ve füze savunma sistemlerini geliştirme ve üretme projelerini ne kadar hayati olduğunu bir kez daha göstermektedir. Mesele, sadece bir savunma kapasitesi inşa etmek değil, ulusal egemenliğin en kritik bileşenlerinden birini garanti altına almaktır. Türk savunma sanayii tarafından geliştirilen SİHA teknolojisi, siber harp ve elektronik harp gibi daha düşük maliyetli ve etkili asimetrik unsurlar üzerine yatırımlara devam edilmelidir.

Trump’ın Altın Kubbesi’ne Türkiye’nin cevabı ise, Çelik Kubbe hava savunma sistemidir. Tamamen yerli ve milli kaynaklarla geliştirilen Çelik Kubbe'nin Türk hava sahasının tamamını kapsayan bir güvenlik şemsiyesi olacağı, yapay zeka destek sistemiyle donatılacağı, projenin ASELSAN, Rokatsan ve MKE gibi kamu savunma sanayii oyuncularının yanı sıra kamu araştırma kuruluşu TÜBİTAK SAGE tarafından yürütüleceği, Türkiye Cumhuriyeti yetkili makamlarınca açıklanmıştı. Çelik Kubbe projesi, Türkiye'nin savunmasını başka bir ülkenin siyasi iradesine veya teknolojik lütfuna teslim etmeme kararlılığının en net göstergesidir.
 

Yazarın Diğer Yazıları