Faruk YILDIZ

DÜŞÜNCE METAFORLARI

Faruk YILDIZ

*İktidarlar, halkın cehaletinin sınırlarını bilirlerse onlara hükmetmeleri o nispette sorunsuz olur.

*Zamanın en basit, en ucuz ve en geçerli olan insanı sürüye katma yöntemi; ele geçirilen emanet güç ve sermaye ile sıradan makamları sürü üyelerine ulufe dağıtır gibi pay etmektir. Sürüye yeni katılan acınacak durumdaki o kişilik budalaları; çapsızlıkta kimsenin eline su bile dökemeyen bu fikir fukaralarına yükledikleri anlamla olsa olsa liyakat ve ehliyet suikastinin failleridir.

*Büyük devlet olmanın ölçüsü bağımlı olmak ya da bağımsız olmak arasında tercih  yapmaktır.

Bu ölçüyü belirleyen ülkelerin reflekslerinin biçimidir.

Bağımlı devletlerin halkları basit algılarla sokaklara inerken;

Bağımsız devletlerin askerleri bağımlı devletlerin sokaklarına iner.

*Sürüyü boyunduruk altında tutmak için sunulan ütopik söylenceler ve propagandalar sürünün bir parçası olmayanlar için ilahi bir komedya gibidir.

*Hükümdar da bir ışık gibidir. Hükümdarın gölgesi kılıcının ucundaki adalettir.

*Paranın ayarı bozulunca toplumun da ayarı bozulur.

Osmanlı toplumun ayarı bozulmasın diye kapıkulu askerlerine ve devlet görevlilerine üç ayda bir ulufe dağıtırdı. Buna rağmen Koca İmparatorluk paranın ve toplumun bozulan ayarını düzeltemedi ve çöktü.

*Düşünce dünyamızın büyüklüğü hafızamızda taşıdığımız kelime yüküne bağlıdır. Yük ağırlaştıkça o dünyada büyür, genişler, alemi kübranın dışına çıkar.

*Sanattan ve estetikten yoksun piramitlerin gölgesinde yüksek karakterli nesiller yetiştirmeyi göze almak üç yüz yıllık maarif davamızın sebebi değil midir?

*Günümüz insanının en temel yanılgısı sürüye katılmayı bir marifet saymaktır.

O insan iyi bilmeli ki sürü üyesi olmak ne ruhu ne de bedeni özgürleştirir. Bilâkis sürüden ayrılanın ruhu da bedeni de özgür kalır.

*Amin Maalouf, Ortadoğu insanını şöyle tanımlamış;

“Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar.”

Biz Türkler için de şunu söyleyebiliriz;

"Sevinçli bir olay sonrasında bütün dertlerini unutan insanlar."

*Doğu'nun, kendi içinde yaşadığı tarihsel meseleleri Batı'ya anlatmaya çalışma gibi düşünsel bir problemi var.

Bu tutum ne bir özgüven problemidir ne de bir suçluluk psikolojisi.

Sadece aklın, duyguları hapsettiği bilinçaltımızda bıraktığı sosyolojik bir travmadan başka bir şey değildir.

*Bir toplum için en büyük gaflet ehli cehlin ehli kitap olarak görülmesidir.

*Hukuksuzluğa karşı savaş açanların kırbaç ellerine geçince hukuksuzluğu benimsemeleri bilindik siyasal iktidar mücadelesidir.

*Zihinlerin ve kalplerin betonlaştığı bir toplumda sanatın ve estetiğin betonlaşmasına hangi vicdan itiraz edebilir ki!

*Düşünce ışık tayfı gibidir. Farklı renkleri, albenisi ve etkisi vardır.

Düşünceyi anlamak, anlamlandırmak, anlamını anlaşılır kılmak duygu ve akıl arasında yapacağımız tercihe bağlıdır.

Duyguların tercihinde kalırsak mutlu ama köle; aklın tercihinde kalırsak mutsuz ama özgür kalırız.

O halde tercihini yap;

Köle mi kalmak istiyorsun yoksa özgür olmak mı?

*Bu topraklarda efsunlaştırılmış sözde davadan ayrılana hain, hakikatten yana tavır alana dönek ve riyakarlıklara tahammül edemeyip fikir mücadelesi yolunu seçenlere de meczup deme cüretini gösteren nadanlar var. Oysaki bu üç meziyetin(!) aynı anda toplandığı yegâne tipler bu belagat yoksunu acuzelerdir.

*Yeteneksizliğin ve niteliksizliğin meşrulaştırılması devletin ve toplumun bozulmasının ilk eşiğidir.

*Genel yargılardan özel anlamlar çıkarma aptallığını göstermek bir yeteneksizlik değil başlı başına bir zayıflıktır.

*İnanmadıkları fikirleri efendilerine yaranmak uğruna savunan sözde entelektüellerin olduğu bir ülke karanlıktan aydınlığa nasıl çıkabilir ki?

Kalın sağlıcakla.

Yazarın Diğer Yazıları