Faruk YILDIZ

ALİ BABACAN İLE TÜRKİYE İKİNCİ ALTIN ÇAĞINI YAŞAYABİLİR Mİ?

Faruk YILDIZ

Türkiye’de iktidar ve muhalefet ülkenin içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm üretmekte güçlük çekiyor.

Tabana yayılmamış dar kadrolar, akraba ilişkilerine dayalı yönetim anlayışları, birikimli, entelektüel fikir, sanat ve düşünce adamlarının sistematik bir şekilde sistemin dışına itilmesi, popülist söylemler, inanç sömürüsü üzerinden toplumu aldatarak ülkenin asıl sorunlarının üzerinin örtülmesi çabaları, siyasetin ülkenin her yerinde belli bir zümrenin tekeline mahkum edilmesi, sivil toplumun iktidarlar tarafından finanse edilerek taraf olmalarının sağlanması, sivil toplum ve sendikaların başına niteliksiz kişilerin getirilerek mevcut sisteme entegre edilip hizaya sokulması, ülke yönetiminin şeffaflıktan uzak ve sürekli belli bir grubun, zümrenin tekelinde olması bugün Türkiye’nin siyasette, sosyal hayatta ve en önemlisi de ekonomi de yaşadığı daralmanın ana sebepleridir.

Aslında en önemli sebep iktidarın etrafına kümelenmiş, yiyici, çıkarcı, vicdandan yoksun, yağma ve talan kültürü ile beslenmiş bir avuç dalkavuk tayfanın iktidarın gücünü kendi emelleri için kullanmaları ve kamuoyunu da her şeyin iyi gittiğine inandırmaya çalışmalarıdır.

Ana akım medyanın da iliklerine kadar yandaşlığa soyunması da işin ayrı bir ironik tarafı.

Oysaki herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş olsaydı, iktidarın hatalarını, yanlışlarını uyarıcı nitelikte dile getirmiş olsaydı belki de bugün bambaşka bir Türkiye karşımızda duruyor olacaktı.

Ama bizim tayfa(!) ne yaptı!

Şu FETÖCÜ, şu hain, şu işbirlikçi, şu kâfir, şu solcu, şu ateist, şu din düşmanı, şu iktidarın adamı değil, şu bizim cemaatin adamı, şu alevi, şu sünni, şu Kürt, şu inancı sorguluyor, şu bizim sendika üyesi değil vs. vs. gibi saf önyargı ve cehalet kokan söylemlerle tekfir sopasını eline aldı.

İktidar cephesi ekonomide Türkiye’ye ve Ak partiye altın çağını yaşatan Ali BABACAN, Mehmet ŞİMŞEK gibi devlet adamlarını kendi içinde kökleşen bu çıkarcı gruplar marifetiyle kaybetti.

Ertuğrul GÜNAY, Erkan MUMCU, Ahmet DAVUTOĞLU, Abdullatif ŞENER ve hatırlayamadığım daha birçok önemli ismi de dâhil edersek iktidar olmanın kimlere ve neye mal olduğunu daha iyi anlayabiliriz.

Bugün iktidar cephesi içindeki hâkim gruplar yüzünden sağ siyasi cephede Türkiye’ye ekonomide çağ atlatan Ali BABACAN Demokrasi ve Atılım Partisi’ni (DEVA) ve dış politikada sıfır sorun parolasıyla yola çıkıp Batı’nın çomak sokmasıyla bu hayali gerçekleştiremeyen Ahmet DAVUTOĞLU’da Gelecek Partisi’ni kurdu.

Çok Partili hayatın demokrasi ve çok seslilik adına bir zenginlik olduğuna inanmak gerekse de ülke yönetiminin tek parti yönetiminde daha sağlıklı yürüdüğünü de düşünmek gerekir.

Siyasi Partiler Yasasında yapılan son değişiklik ile partiler arasında ittifakların önünün açılması ülkemiz açısından önemli bir kazanım olmuştu. Bütün siyasi eğilimlerin parlamentoda temsil edilme şansının olması çok önemlidir.

Sağ cephede ki bölünmelerin iktidar cephesini zayıflatacağı muhakkak. Son anketlerde Ak Parti’nin oyunun 2002’de almış olduğu oyun da gerisinde olduğu görülüyor. Az önce söz ettiğim uygulamalar sonucunda kamuoyunda siyasete karşı duyulan güvensizlik artmış durumda. Aile ilişkilerine dayalı yönetim anlayışlarının milletin gözüne sokar gibi benimsenmesi de kamuoyunu oldukça rahatsız etmiş görünüyor.

Ana akım medyanın hali içler acısı. Türkiye halkı hiç de doğru bilgilendirilmiyor. Özellikle Covid-19 ile ilgili her akşam Sağlık Bakanımızın paylaştığı rakamlara kimse inanmıyor. Mevcut rakamın en az 10 ile çarpılması diğer ülkelerle kıyaslama yaptığımızda daha gerçekçi görünüyor. Rakamların gizlenmesi toplumu rehavete sürükledi. Oysaki acı tablo gerçekçi bir şekilde paylaşılmış olsaydı insanlar daha temkinli hareket edecekti. İktidar cephesi ne yazık ki ekonomi ve dış politikada olduğu gibi bu konuda da popülizm yapmayı tercih etti. Sonuç ortada. Salgında ikinci dalgaya maruz kalan bir Türkiye.

Ekonomide; işsizlik, enflasyon vs. gibi rakamların doğruluğu üzerinde kuşkular var. Ki piyasaya bakıldığında bu kuşkunun yersiz olmadığı da görülüyor.

Türk lirasının dolar karşısında büyük değer kaybı, kamu ve özel sektör çalışanının büyük bir kısmının açlık ve yoksulluk sınırının altında olması Türkiye’yi yöneten iktidarın yönetme iddiasının oldukça uzağına savrulmuş durumda.

Yola çıkarken "3Y" diye tarif edilen YOLSUZLUK, YOKSULLUK ve YASAKLARLA mücadele edileceği parti manifestosu olarak kamuoyu ile paylaşılmış ve bunun üzerinden propaganda yapılmıştı.

2010’lu yılların başına kadar herşey iyi giderken gerek akraba ilişkileri, gerekse çıkarcı ve niteliksiz yapılar sarmalına düşen iktidar partisi Türk halkının büyük ümitler beslediği Recep Tayyip ERDOĞAN’ı da bu sarmalın içine çekerek ondan gerçekleri gizleyerek niteliksiz insanları önemli görevlere getirme, cemaat ve tarikatlar üzerinden siyaseti dizayn etme, akraba ilişkileri üzerinden, iktidar üzerinden güç gösterisi yapma gibi tutum ve davranışlara açık hale geldi ve bugün de bunun bedelini Türkiye ve Türk halkı ödemekle karşı karşıya.

Nihayetinde siyaset dar bir alana sıkışmış bulunuyor.

Ekonomi de rakamlar hiç iç açıcı değil.

İktidar tarafından ballı maaşları cebe indiren yetkili memur sendikaları Reis ne diyorsa doğrudur hesabında.

Sivil toplum yöneticileri ve düşünce kuruluşları esas duruşa geçmiş sendikalar gibi tekmil veriyor.

Cemaatler ve dindar bilinç iktidarın hatalarını dile getirmek yerine; iktidarın hatalarını dile getiren düşünce adamlarını tekfir edip, iktidara tapınmayı tercih ediyor, Allah’a değil.

Allah’a tapınmayı tercih etseydiler iktidarın hatalarını da korkmadan dile getirirlerdi. Ama para ve makam onları aldattı.

Oysaki bu tekfirci tayfa geçmişte ülkede bir olumsuzluk olsa mesela deprem, sel, ekonomik buhran, kuraklık, kıtlık vs. gibi bunu iktidarın kudumsuzluğuna bağlar meselenin asıl suçlusunu ilan ederlerdi. Gölcük depreminde, kuraklık yüzünden barajların yeterli suyla dolmamasında bu tip cehalet örneklerini televizyonlarda, sosyal medya da ve gazetelerde okuduk, gördük.

Belli ki mesafe kat edilmiş. Tüccar zihniyeti ile meselelere bakıyorlar artık.

Ülke sorunlarının bu noktaya gelmesinde öncelikle ana akım medyanın her yönüyle iktidarın kontrolüne girip tarafsızlığını yitirmesi ve iktidarın; dindar bilinçten gelen talep ve önerileri koşulsuzca karşılaması ve bunun beraberinde liyakat ve ehliyetin örselenmesi başat rol oynamıştır.

Son birkaç yıldır ana akım medyada ülkede ne kadar yeteneksiz ama yandaş, yalaka sözde gazeteci, aydın, bilim adamı tipler varsa ekranlarda her akşam sözüm ona bilge adam gösterisi yapıyorlar.

Filozofun dediği gibi “devir vaaz ve vaizler devri hakikat saklanmasın da ne yapsın.”

Türkiye ekonomisine altın çağını yaşatan (bu konunun tersini düşünenlerle tartışmaya hazırım, konu ile ilgili aydınlanmak isteyenler bir önceki makaleme bakabilirler) ve kurduğu parti ile Türkiye’ye yeni bir ümit veren DEVA Partisi Genel Başkanı Ali BABACAN’ı gerek sosyal medya gerekse ekranlarda gerekse yüz yüze dinleme fırsatı buldum.

Sayın Babacan’ın tekfir sopasını kaldıran cahil tayfaya rağmen kamuoyunda ciddi bir karşılığı olduğunu ifade edeyim öncelikle.

 Ak Parti de iktidara gelirken ülke büyük bir ekonomik buhran dönemi yaşıyordu. Bugün şartlar düne göre her ne kadar iyi olsa da vatandaş her geçen gün bir önceki zamana göre daha iyi koşullarda yaşamak istiyor.

Dün almış olduğum maaşla şu kadar ekmek, şu kadar şeker, şu kadar simit alıyordum hesapları yaparak fakirliğin ölçüsünü yapmak istemiyor artık.

Lüks bir arabaya binebilecek miyim?

Tatile nereye gideyim?

Bu ay ne kadar altın, döviz alıp birikim yapabilirim?

Çocuğumu iyi bir okulda okutabilecek miyim?

İşte bir ülkenin zenginliğinin ölçüsü bunlardır.

Yoksa dün şu kadar ekmek, şu kadar simit alıyorduk; bugün daha fazla alıyoruz gibi sığ, öngörüsüz hesaplamalar artık vatandaşı da ikna etmiyor.

Sayın BABACAN özetle;

Türkiye’de güven ortamının kaybolduğunu, aile ve akraba ilişkilerine dayalı bir iktidarın şekillendiğini, ekonomide gerçek rakamların kamuoyundan saklandığını, kamuda liyakate dayalı istihdamın rafa kaldırıldığını, kendileri iktidara gelince kamuya memur işçi alımlarında mülakatı kaldıracaklarını, ülke yönetimiyle ilgili kararların sohbet ortamlarında gelişerek tamamen deneme-yanılmalara bırakılarak alındığını, ülkenin kutuplaştığını, düşüncelerini açıklama hürriyetinin darbe aldığını ve bu yüzden yüzlerce insanın yargısız bir şekilde hapislerde tutulduğunu, sağlık sektöründe ciddi sorunların başladığını, pandemi ile ilgili gerçek rakamların kamuoyundan gizlendiğini, en önemlisi de iktidarın ekonomide ve huhukta yeni reformları yapacağını ifade etmesinin sadece bir algıdan ibaret olduğunu, on sekiz yıldır iktidarda olan bir partinin on sekiz yıldır yapmadığı, yapamadığı reformları bugün yapacağını söylemesinin inandırıcılıktan çok uzak olduğu ifade etti.

Peki, Sayın BABACAN haksız mı?

Elbette değil. Her söylediği her yönüyle doğru ve artık yüksek sesle tartışılması gereken Türkiye’nin temel sorunları.

Peki kiminle tartışılacak?

İlkelerini kaybetmiş ana akım medya ile mi?

Ruhunu satmış sendika ve sivil toplum örgütleri ile mi?

Ya da televizyonlar da koro halinde iktidarı övmekle mefhum sözde gazeteci ve aydınlarla mı?

Artık iktidar da farkında işlerin iyi gitmediğinin, sarpa sardığının.

Önümüzdeki dönemlerde siyaset arenasında farklı ittifakları görürsek şaşırmayalım.

Muharrem İNCE’den, Mustafa SARIGÜL’den medet ummak yerine, geçen zaman içinde Ali BABACAN’ın, Ahmet DAVUTOĞLU’un ve Meral AKŞENER’in eleştirilerine kulak verilmeliydi.

Önümüzdeki dönemde ittifaklar Ali BABACAN etrafında şekillenecek gibi görünüyor.

Çünkü her iktidar değişikliği ülkede yaşanan ekonomik buhranlardan sonra olmuştur. Ekonomik söylemlerde kim daha tutarlı ve gerçekçi ise halk da onu takip eder.

Unutmayın, millet cebine bakar, piyasadaki döngüye bakar, ay sonunda cebinde kalan para vatandaşın kararını şekillendirir.

Kalın sağlıcakla.

Yazarın Diğer Yazıları