LASTİKÇİ FEYZİ BABA

(Not: Sosyal Medyada Elâzığ Valisi Sayın Murat Zoroğlu'nun Lastikçi Fevzi Baba ile birlikteliğini yansıtan samimi bir fotoğraf üzerine, Fevzi Baba'yı tanımayanlar i&cc

LASTİKÇİ FEYZİ BABA
TAKİP ET Google News ile Takip Et

(Not: Sosyal Medyada Elâzığ Valisi Sayın Murat Zoroğlu’nun Lastikçi Fevzi Baba ile birlikteliğini yansıtan samimi bir fotoğraf üzerine, Fevzi Baba’yı tanımayanlar için eski bir yazının yeniden paylaşımıdır)

 

“Vaktin olursa get bir tanış” dedi gardaşım.

“Kimi?” diye sordum.

“Feyzi Baba’yı...”

“Vdigera gardaş, kendime bile tahammülüm yok bu aralar. Kimdir, nedir? Sen tani misin?” dedim...

Geçenlerde taziyesine gitmiş Feyzi Baba’nın...

Uzun yıllardır kendine arkadaşlık eden köpeği vefat etmiş... Götürüp arka bahçeye defnetmiş köpeği...

Dükkânın görünen bir yerine de “Taziye dolayısıyla kapalıdır.” yazısını asmış...

Tam üç gün iş yapmadan taziye kabul etmiş, dükkânının önünde...

Misafirpervermiş de Feyzi Baba...

Çay içmeden bırakmıyormuş gelenleri...

İçinde ancak üç bardaklık çayın demlendiği, küçücük çaydanlığıyla ikramda bulunuyormuş...

“Eğer dördüncü kişi varsa yandı... İkinci çay demleme faslını beklemek zorundaymış...

Bu kadar bilgi yeterliydi benim için Feyzi Baba’yı ziyaret etmeme...

Gideceğimi hmiş olacak ki bir de uyarma gereği duydu gardaşım.

“Bazı hassasiyetleri var Feyzi Baba’nın...” dedi.

“Sohbet halindeyken cep telefonlarıyla konuşulmasını hoş karşılamıyor, sohbete karşı yapılan bir saygısızlıktır diyor... Haa bir de geçenlerde lastiği patlayan bir kamyoncu yanaşmış dükkânın önüne de şoföre camekâna astığı çalışma saatlerini göstermiş, “mesai saatim bitti. Kusura bakma, sabah sekizi beklemek zorundasın.” demiş, yapabilecek bir şeyi olmayan kamyon şoförü çaresiz beklemiş sabahı...”

“Sen, lastik tamir ettirmeyeceğine göre zaman hususunda kaygılanma. Yirmi dört saat misafire kapısı açık!”dedi gülümseyerek...

Biraz merak biraz da heyecanla kalktım, Fındık’ ile beraber gittim, Feyzi Baba’nın ziyaretine...

Şehrin hemen dışında bulunan bir benzinliğin uzak köşesine konuşlandırılmış lastikçi dükkânına... Etraf insan boyu istiflenmiş lastiklerle dolu...

Bir de bir kaç köpek yavrusu... Fındık’a hoşgeldin merasimi yapıyorlar...

Feyzi Baba görünürlerde yok...

İki gözlü bir baraka var önümde... Seslendim...

“Feyzi Babaa!”

İçeriden yanık tenli biri çıktı.

“Buyrun” dedi...

“Feyzi Baba siz misiniz?”

 “ Evet”

“Sizi ziyarete geldim. Umarım rahatsızlık vermedim.”

“Buyurun, buyurun... Ne demek? İçerisi serin istersen içeriye geçelim.”

Geçtik içeriye... Tabureye oturdum...

“Soğuk soda var “dedi.

“Olur.” dedim.

Aslında üç bardaklık çaydanlığı merak etmiştim ama olsun, mademki soda ikram etti soda olsun...

Ben sodayı yudumlarken, o fındıkla oynaşmaya, konuşmaya başladı...

“Güzel gızımm, hanım gızımm benim... Dünyanın en güzelleri...”

Yetmişini geçkin yaşıyla uyum içerisinde değildi... Oldukça dinamik ve zinde bir vücuda sahipti. Bu yaşta kamyon lastiklerini hiç zorlanmadan tamir ettiğini söylüyordu. Bu durumun Tanrı’nın kendisine bir armağanı olduğunu ifade ediyordu. Fiziksel zindeliğinden ziyade ruhsal dinginliği daha dikkat çekiciydi... Fındık’la oynarken bir çocuğun masumuyeti vardı yüzünde...

Nasıralı Nebi’nin sözlerini hatırladım O’nu izlerken...

“ Bu küçük çocuk gibi olanlar, sadece onlardır Tanrı’nın krdigerığına girmeye layık olanlar.”

“Çocuklar Tanrının krdigerığına girecek.” dememişti Nebi... Çünkü her çocuk bozulmak zorundaydı... Her çocuk masumiyetini kaybedecekti. Sonra kaybedileni bulmak, ele geçirmekti en önemlisi... İnsanlığın pek çoğu onu yitirdi.

Pek azı istisna...

Feyzi Baba’nın yüzünde bu arınmışlık vardı...

Arzu ve istekleri olmayan...

Hırstan, öfkeden, bir şey olmaktan, bir şey almaktan, bir şeye sahip olmaktan arınmış...

Şüpheyi, gururu, kibri, ihtirası kaldırıp fırlatmış,

Gelecek kaygısı taşımayan, anı yaşayan...

Korkmayan, ürkmeyen, aydınlanmış bir yüz...

Olgunlaşmayla yaşadığı yeniden bir doğuş...

 

O karanlık barakada, kırık taburede oturmuş onu izlerken, Nasıralı Nebi’nin cüzzamlıları neden öptüğünü, sefil ve serserilerle neden düşüp kalktığını, neden toklar sofrasından kaçıp, açlar çevresine sığındığını, neden garibanlarla beraber gezindiğini ve meczupların sohbetini neden akıllıların meclisine tercih ettiğini htim.

 

Sessiz bir sohbet olmuştu bizimkisi. Müsaade istedim.

Sarıldık birbirimize...

 Elini öptüm, O da gözlerimi...

Ayrıldım...