KARDEŞİM EŞEK
Akşama doğru, güneşin aydınlığı etkisini kaybedince ağaç da kasvetli ve karanlık bir hal alıyor
Akşama doğru, güneşin aydınlığı etkisini kaybedince ağaç da kasvetli ve karanlık bir hal alıyor. Güneş ufukta yükseldiğinde yaprakları altın gibi parlıyordu oysa… Her geçen saat ağaca farklı bir nitelik kazandırıyor.
Bu ismi önemli olmayan ağacın -önemli olan ağacın güzelliğidir- altında otururken derin ve kalıcı bir güvenlik duygusu sarıyor insanı… Yalnızca ağaçların bilebileceği huzur kaplıyor…
Bu dünyada yaşayan canlılarla bir ilişkimiz yoksa eğer, böcekler ile kuzular ile kumrular ile bir ilişkimiz yoksa… Ağaç ddigerarında çiftleşmek için birbirlerine kur yapan kuşların danslarını izleyemiyor, ötüşlerini derinlemesine duymuyorsak, bir kedinin patisini tutup doğumuna yardımcı olamıyorsak, sevgiyle yaklaşamıyorsak eğer… İnsanlık ile veya insanlar arasında her ne ilişkimiz varsa… Er ya da geç onu da yitiriyoruz farkına varmadan…
*****
Nasreddin Hoca ölüm döşeğindeydi. Yakınları, komşuları, tüm sevenleri, son sözlerini duymak için toplanmıştı. Bilge bir insanın söyleyeceği son söz her zaman için en önemli sözdür çünkü… Hayatının tüm deneyimlerini içinde barındırır. Bir özetidir yaşamının…
Nasreddin Hoca, etrafındakilere seslenmedi. Eşeğine seslendi. Dedi ki, “Kardeşim, sana sonsuz derecede müteşekkirim. Beni bir yerden başka yere, hiç şikâyet etmeden, hiç homurdanmadan taşıyıp durdun. Bu dünyayı terk etmeden önce tek istediğim şey beni affetmen… Sana insancıl davranamadım.”
Bunlar Nasreddin Hoca’nın son sözleriydi. Eşeğe, “Kardeşim eşek…” diye hitap edip affedilmeyi dileyen bir duyarlılık…
*****
Doğa ile derin kalıcı bir ilişki kurabilseydik, bir hayvanı asla öldürmez, bir köpeği, bir eşeği incitmez, fareler üzerinde deney yapmazdık. Yaralarımızı geçirmek, bedenlerimizi iyileştirmek için başka yollar keşfederdik… Doğa ile… Ağaçlar ile çalılar ile çiçekler ile çimen ile derin bir ilişki kurabilseydik eğer… O zaman hiç ama hiçbir sebep için başka bir insanı, bir canlıyı asla katletmezdik…
Zihinsel sağlığımız için, bir ağaç ile bir köpek ile betonun arasından çıkan çimenin yaprağı ile şifa bulmamız mümkün olurdu… Yalnızca ağaçların bilebileceği bir huzurla gölgesinde oturmak yeterli gelirdi… “Kardeşim eşek…” diyerek affedilmeyi dileyen bir duyarlılıkla çekip giderek…
*****
Karanlık çöktü. Ağaç dingin haliyle kendini iyice saklıyor. Gitme vakti.
Cadde boyunca insanların yüzüne bakıyorum, ne kadar donuk görünüyorlar? Gözleri tüm parlaklığını ve derinliğini yitirmiş… Mevcudiyetlerinden hiçbir yayılım, akan bir enerji hissedilmiyor.
Tam tersi…
Sanki onlar emiyorlarmış gibi, çevrede güzellik adına ne varsa… Kara deliklere dönüşmüşler… Şehrin sokaklarındaki tek tük ağaçların, birkaç uçuşan kuşun, karşıya geçmeye çalışan kedinin enerjisini sömürüyorlar.
Kalabalık bir grup geçiyor önümden… Ziyaret ettikleri fabrikanın bacasından tüten zehir üstlerine bulaşmış, çevreye yayılıyor… Zehir altın yaldızlı kâğıtla paketlense de, yine zehirdir çünkü…
Aralarında konuşuyorlar. “Elazığ Lisesinin ünlü, tanınmış mezunları arasında yerini aldı benim gözümde diyor.” birisi, fabrika sahibi için… Aynı okuldan mezun olmanın gururunu yaşıyor… Belki de övgüye münhasır kişinin televizyon kanalında program yapabilmenin hayalini kuruyor… Diğeri daha bir kara delik… Fabrikanın iş güvenliği denetimini bana verir mi diye düşünüyor hin, hin… Yayıyor zehrini farkına varmadan…
Kendimi tükenmiş hmeden, yoksullaşmadan eve dönmeliyim. Bir an evvel sarılmalıyım bahçedeki ismi önemli olmayan ağaca…
Önemli olan ağacın güzelliğidir.