GÜNEŞ ÜLKESİ'NE DAİR…
16
16. yüzyıl Avrupası modern dünyayı hazırlayan politik, ekonomik ve kültürel olayların yoğunlaştığı önemli bir dönemdir.
Kilisesinin katı dogmalarına ve derebeylik düzeninin kötülüklerine karşı, çeşitli düşünce akımları oluşur ve bu akımların önderliğinde büyük çatışmalar patlak verir o dönemin Avrupa’sında…
Bohemya'da uzun süre etkin olan Picard'lar! İtalya, Fransa ve Almanya'da «insanın bu dünyada mutlu olmasını» isteyen Beggard'lar! İngiltere'deki Wyclif'çiler, orta Avrupa'daki Hus'cular!
Bütün bu düşünce akımları, baskıcı düzene karşı haklı ve adaletli bir toplumsal düzen kurma çabası içindeydiler kendilerince…
*****
Tommaso Campanella, işte bu düşünce akımlarının kendini gösterdiği bir zamanda, İtalya'nın Calabria bölgesinde Stilo kasabasında dünyaya geliyor. Daha küçük yaştan, okumaya olan aşırı tutkunluğuyla dikkati çekiyor. On üç yaşında çeşitli konular üstüne şiirler yazıyor, uzun uzun söylevler veriyor. On beş yaşında girdiği manastırda okumadığı eser kalmıyor.
Bilgiye olan susuzluğunu bir şiirinde şöyle dile getiriyor Campenella;
«Dünyanın bütün kitapları doyuramaz kafamın açlığını. Neler neler okumadım! Ama yine de kafamın açlığından ölüyorum... Anlayışım arttıkça, bilgim eksiliyor...»
*****
Yaşadığı bölgenin İspanyolların sömürgesine geçmesi sebebiyle, bir yandan engizisyon vahşeti, bir yandan yoksulluk altında ezilmiş bölge halkını, özgürlüğe kavuşmak, insan kanı akıtan, yoksulları ezen kral adamlarının işkencelerine son vermek adına birleşmeye çağırıyor.
“Ben doğacak yeni sabahların çan sesiyim” diyor Campanella.
Bu ayaklanma için bir Türk donanmasının (Campanella’nın köylüsü, Cağaloğlu Sinan Paşa’nın donanması) yardımı da sağlanıyor.
Ama, ayaklanma önceden haber alınarak önleniyor ve bir Türk gemisine kaçmak üzere anlaştığı bir kayıkçıyı bekleyen Campanella bir kulübede yakalanıyor. Atıldığı hapishanede korkunç işkencelere uğruyor.
“Atheimus triumphatus” adlı eserinin önsözünde Campanella çektiği işkenceleri şöyle anlatıyor:
«Elli hapis evine girdim çıktım. Yedi kez, tüyler ürpertici işkencelere uğradım. Son işkence kırk saat sürdü. Bedenimi iplerle sıkı sıkı sarıp kan revan içinde bıraktılar. Ellerimi arkaya bağlayıp, sivri bir kazığın üstüne sdigerandırdılar beni. Kırk saat sonra beni öldü sandılar, işkenceyi durdurdular. İşkencecilerimden bazıları, daha da canımı yakmak için, asılı bulunduğum ipi habire oynatıyor, boyuna küfür savuruyorlardı. Hiçbir şeyle sarsamadılar, alt edemediler beni, bir tek söz bile alamadılar ağzımdan.” diye devam ediyor…
Campendigera’nın çağdaşı bir yazar da şöyle yazıyor;
“Campanella ‘ya otuz beş saat boyunca yaptıkları işkence öylesine vahşiceydi ki kıçının bütün kan damarları kopmuş, açılan yaralardan durmadan kanlar boşanıyordu. Bununla beraber, dişlerini sıkıp işkenceye öylesine dayandı ki, ağzından, bir filozofa yakışmayacak tek kelime bile alamadılar.”
*****
Campendigera’nın hapislik hayatı yirmi yedi yıl sürüyor. Böylesine uzun bir işkence hayatına Campanella gibi ruh ve kafaca sağlam, inançlarında sarsılmaz bir insan dayanabiliyor ancak… Nitekim işkencecilerine karşı başı hep havada kalıyor, onlardan ne bağışlanmasını istiyor ne de yardım bekliyor. İstediği tek şey, kitap, kâğıt ve kalem; yani, kafasını beslemek ve kafasının ürünlerini dışarıya saçmak…
Campanella, günün birinde gerçekleşeceğini düşündüğü filozofça bir devlet tasarısı kabul edilen “Güneş Ülkesi” adlı eserini büyük sıkıntılar yaşadığı bu hapishane döneminde kaleme alıyor.
Evrenselliğini koruyan bu eserde, bütün kötülüklerin ve haksızlıkların kaynağı, insanın kendinden başkasını düşünmemesinde, dünya malının benim senin diye bölüşülmesinde buluyor Campanella...
“İnsanlar, genel yarar kaygısından uzak oldukları sürece, kendi dar çevrelerinde, kendilerinden başkasını düşünmezler. Oysa, toplum halinde birleşen insanların amacı genel yarar olmalıdır. Özel çıkarları kaldıralım, toplum yararından başka bir şey kalmaz ortada. Bencil davranışlar, eninde sonunda, toplum güçlerinin çatışmasına yol açar. Oysa bu güçlerin genel yarara yönelmesi, güçler arasında tutarlı bir denge yaratır.” diye dile getiriyor düşüncelerini…
*****
Campanella, yeni bir altın çağın doğacağına ve bunun da Güneş Ülkesi gibi bir devlet düzeniyle gerçekleşeceğine inanıyor… Eserindeki «Altın Çağ» adlı şiiriyle bu düşüncesini ölümsüzleştiriyor.
Mutlu bir altın çağ olduysa eskiden
Niçin bir kez daha olmasın?
Her şey dönüp dolaşıp
Gelmiyor mu eski yerine?
Düşündüğüm, öğütlediğim gibi benim
Paylaşsaydı insanlar
Yararları, mutluluğu ve ahlâkı
Cennet olurdu dünya...
Uyanık, temiz sevgiler gelirdi diyorum
Azgın, kör sevgiler yerine
Yalan dolan, bilgisizlik yerine
Gerçek bilgi gelirdi
Ve kardeşlik zorbalığın yerine.
*****
Campendigera’nın hapis hayatı 1626'da sona eriyor. Ancak onun varlığı düşmanlarını rahatsız etmeye devam ediyor. Çok geçmeden, pusuda bekleyen düşmanlarının saldırısına uğruyor. Bu sebeple Fransa'ya kaçıyor. Ömrünün geri kalan kısmını Paris'te geçiriyor. Yetmiş bir yaşında sessiz sedasız göçüp gidiyor bu dünyadan…
*****
“Ben doğacak yeni sabahların çan sesiyim” diyor Campanella.
“Güneş Ülkesi” eseriyle de seslenmeye devam ediyor… Doğacak yeni sabahların insanlığa…