BAŞKANLIK SİSTEMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Devlet mefhumu insanlık tarihi boyunca gelinen içtimai bir aşamayı ve teşkilatlanmayı ifade eder

BAŞKANLIK SİSTEMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Devlet mefhumu insanlık tarihi boyunca gelinen içtimai bir aşamayı ve teşkilatlanmayı ifade eder. Platon’dan günümüze kadar birçok düşünür devlet kavramını yönetim şekilleri ile birlikte ele alarak farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Eski Yunan’da site hayatı aynı zamanda devlet idaresi olup sınıflar arası ayrıcalığa dayanırdı. Soylu sınıflar idarede söz sahibi ve yönetici konumundaydılar ayrıca yurttaş kabul edilirlerdi. Roma’da ise senato bu vazifeyi görürdü ve sınıflar arası ayrımcılık devam ederdi. Hatta pozitif hukuk ilminin temeli kabul edilen Roma Hukuku, Roma devleti ve özgür vatandaşları arasındaki ilişkileri yasalara bağlardı. Köleler bu yapı içerisinde herhangi bir konuma sahip değildi. Ortaçağlarda ise devlet ve idare denklemine kilise de dahil olunca din devleti kavramı ortaya çıktı. Devlet ve Kilise aynı yapı içerisinde ayrılmaz bir bütündü. Devlet aynı zamanda yeryüzünde tanrının krdigerığıydı. Onun bir tecellisiydi ve kutsaldı. İleride “Laiklik” kavramı bu yapının birbirinden ayrılması düşüncesinden hareketle ortaya çıkacaktı.

Batı’da devlet bu şekilde kutsanırken İslamiyet ile birlikte devlet mefhumu Emeviler tarafından saltanata dönüştürülene kadar faklı ele alınmıştır. Devlet İslamiyetin en iyi bir şekilde yaşanması ve bu amaçla gerekli olan tedbirleri almak ve güvenliği sağlamak amacıyla vardı. Kamuya ait olan mdigerarın eşit bölüşümü ve adaletli dağıtımı ile ticari hayatın ve yolların güvenliği de devletin vazifeleri arasındaydı. Devlet’in dayandığı Kur’an temelli iki temel ilke “Adalet” ve “İstişare (Şura)’ydı”. Bu iki kaidenin kaynağı Kur’an’daki emirler ve naslardı. Bunlar devlet idaresinde olması gereken doğrudan esaslardı. Bir de devletin işleyişi için uyulması gereken prensipler vardı ki bunlar da Hürriyet ve Hukuk’un üstünlüğüdür. Hz.Ömer’i bir Yahudi ile Fatih Sultan Mehmed’i bir Rum Hristiyanla aynı mahkeme önüne eşit şartlarda getiren hukuka tanınan bu üstünlük prensibiydi. Saltanata dönüşene kadar Halife seçiminde ve devlet idaresinde bu temel esaslar ve prensipler hakim olmuş Dört halife dönemine bir nevi hakiki “Cumhuriyet” gözüyle bakılmıştır. Hatta öyledir diyebiliriz. İslamın türklerle temsil edilen Selçuklu ve Osmanlı asırlarında da saltanat sistemi egemen de olsa bu temel ilke ve prensiplere tabi kalınmaya çalışılmış bunun başarıldığı asırlarda da parlak bir idare ortaya konulmuştur.

Batı’da laiklik anlayışının egemen olmaya başladığı aydınlanma çağı ile birlikte Montesquie gibi düşünürler aslında İbni Haldun’da temelleri olan güçler ayrılığı prensibini keşfettiler. Buna göre devlet Yasama-Yürütme ve Yargı dan oluşan üç kuvvet üzerine bina edilirdi. Günümüze kadar cari olan tanım olup çeşitli uygulamalar ve yorumlarla halen geçerlidir. Onu takip eden asırlarda düşünürler devlet mefhumuna Batı düşünce çizgisinin kendine özgü ilerleyişi doğrultusunda yorumlar getirdiler. Hegel devleti kutsdigeraştırarak onu dünya tini

yani ilahi iradenin yeryüzündeki bir yansıması şeklinde bir tanım getirirken, Marx gibi materyalistler ise Devlet’i belli bir sınıfın (burjuva) baskı aracı olarak görüp işçi sınıfının devrimle ele geçirmesinden sonra kendi kendini tasfiye edeceği şeklinde bir düşünce ortaya attılar. Bakunin gibi düşünürler ise bütün örgütlü yapılara karşı olarak devleti de bunların en büyüğü olarak kabul ederek kökten reddeden “Anarşizm” düşüncesini geliştirdiler. Oysa bütün bu düşüncelerin altında Yunan-Roma felsefesinin bir uzantısı ve yansıması olan “Kuvvetli olanın üstünlüğü” ve sürekli “çatışma” düşünceleri yatmaktaydı. Bu düşüncelerin arka planında güçlü olanın haklı olduğu ve “Kutsal Devlet” anlayışı vardı.

Oysa bizim kendi tarihi çizgimizde son derece farklı bir Devlet mefhumu gelişti. Yukarıda temel kaide ve prensiplerini verdiğimiz üzere bizim devlet algımızda Adaletin üstünlüğü ve hakkın kuvvetli olduğu felsefesi bulunmaktaydı. Devletin kutsdigerığı ve dokunulmazlığı asla düşünülemezdi o sadece insanların dini hayatlarının sağlıklı bir şekilde yaşanması için gerekli tedbirlerin alınması ve İnsanların imani terakkilerinin hürriyetin sağlandığı bir ortamda gerçekleşeceği düşüncesinden hareketle bu ortamın temin edilmesi için vardı. Geleneklerden gelen devlete olan saygı her zaman var olmuştur ama Batı’da istibdatı yani tahakkümü netice verdiği şekilde asla kutsanmamış sıradışı bir varlık olarak görülmemiştir. Hatta Batı toplumları Hürriyete ve Adalete dayalı sistemlere yaklaştıkça Kur’ani bir düzene yaklaştıkları kabul edilmiştir. Zaten günümüzde yeryüzünün belli bölgelerinde din hürriyetinin olduğu ve Kur’anın emrettiği esaslara (siyasal olarak) yakın demokratik sistemler yaşanmaktadır.

Evet insanlık Hürriyete uyandıkça İslam’a yaklaşmaktadır. İslam dünyasının en büyük sıkıntısı ise Kur’an’ın emrettiği devlet ve idarede uyması gereken kaide ve prensiplerden uzaklaşmasıdır. Bunu gözardı etmeden Başkanlık sistemine de aktarmaya çalıştığımız tarihi seyir ve ilkeler üzerinden bakmak gerekir.

Yeryüzündeki demokratik sistemlerin Kur’ani devlet telakkisine yaklaştığı günümüzde Başkanlık sistemi de bu telakkiler ışığında ele alınmalıdır. Batı’da sistemin uygulandığı ABD gibi ülkelerde Montesquie’nın ortaya koyduğu kuvvetler ayrılığı kesin çizgilerle birbirinden ayrılmıştır. Yürütmenin başı olan Başkan net çizgilerle belirlenmiş haklara sahiptir. Çift kademeli yasama organlarına karşı sorumlu olup (Kongre-Senato) icraatlarından dolayı bu kurumlara karşı sorumludur. Yargı tamamen bağımsız olup Kur’an’ın temel kaidelerinden olan Adalet ve Hukukun üstünlüğü prensipleri tartışmasız uygulanmaktadır. Kuvvetler arasında sınır ihldigereri görülmemekle birlikte müdahalelere de kapalıdır. Başkanlık kurumu tamamen şeffaf olup halkın denetimine açıktır. Mesela ABD başkanının sağlık durumunu ve bütçesini hatta harcamalarını halk net bir şekilde bilmekte ve bu bilgilere ulaşabilmektedir. Başkanın başında bulunduğu Yürütme bütün dinlerin hür bir ortamda yaşanması

için tedbirleri almakta ve bunun sağlıklı gerçekleşmesi için çalışmaktadır. Başkanlık sisteminde yargı örgütü “Yüksek Mahkeme” ile Başkanı yargılayabilme yetkisine sahiptir. Ayrıca Yargı bütün Siyasi müdahalelere de kapalı olacak mekanizmalar üzerine kurulmuştur. Yasama organları olan Kongre ve Senato bir “Şura” vazifesini yerine getirecek şekilde işlemektedir. Çoğunluk sağlandığı durumlarda yürütmenin ve başkanın icraatlarına sınır getirebilmektedirler.

Sonuç olarak ülkemizde bir başkanlık sistemi uygulanmak isteniyorsa meselenin tarihi seyri ve Kur’an perspektifinden nasıl ele alındığı bilinmeli ayrıca Hürriyetin geliştiği çağdaş demokrasinin işletildiği ülkelerde İslamiyet’e de aykırı olmayan telakkiler dikkate alınmalı ve uygulanmasına çalışılmalıdır. Böyle bir sistemde Kur’an yörüngeli “Adalet-i Mahza” ve İstişare (şura) prensipleri katı bir şekilde işletilmelidir. “Kuvvet haktadır” düşüncesi ile hareket edilmelidir. İstişare (Şura) prensibi toplumun en küçük birimi aileden başlayarak devletin en üst kademesine kadar kurumsdigeraştırılmalıdır. Yürütme ve onun başında olan Başkan şeffaf bir şekilde icraatlarının denetimini halka açabilmelidir. Kutsal ve tenkit edilemez devlet anlayışıyla değil Hürriyetin ve Dini hayatın koruyucusu felsefesiyle hükümet edilmelidir. Kuran temelli Adalet anlayışının tecelli edeceği organ Yargıdır. Dolaysıyla dış müdahale ve etkilere tamamen kapanacak tedbirler alınmalı müesseseler ona göre tesis edilmelidir. Yürütme gücünün yapacağı hukuk ihldigererinde buraya kolaylıkla hesap verilebilmelidir. Yasama organı için siyasetin etkilerinden uzak yürütmeyi denetleyebilecek ve danışılabilecek senato tarzı bir istişare kurumunun tesisine gidilmelidir. (Tarihimizde bu kurultay veya divan şeklinde işletilmiştir.) Ayrıca bin yıllık devlet geleneğimizin olmazsa olmazı Adalet ilkesi ve onun hakkaniyetli bir şekilde uygulanmasıdır. Eğer Kur’an’ın emrettiği anlamda ve kamil manada uygulamasını Dört halife döneminde gördüğümüz İstibdat ve tahakkümün olmadığı hakiki bir Cumhuriyeti tesis etmek istiyorsak bu esasları dikkate almak zorundayız.