BAŞKAN OLMAK MI, SU ÜSTÜNDE YÜRÜMEK Mİ?
Özgün adı 'Being There' olan ve romandan sinemaya uyarlanan, 1979 yapımı bir film vardır
Özgün adı 'Being There' olan ve romandan sinemaya uyarlanan, 1979 yapımı bir film vardır.
Film, çoğunluk bilinciyle yaşayan toplumların, kendilerinden farklı olan insanları ya dışlayıp ya da tam aksi onları yücelterek nereye koyacaklarını bilmediklerini yalın bir şekilde gözler önüne serer… Bilenle bilmeyeni ayırt edememenin ironisini yaşayan kitle kültürünün insanlarını…
Çoğunluk kültürüne alaycı bir yaklaşım sergileyen yazar Kosinski, aynı zamanda filmin senaristliğini de üstlenir. Böylelikle, yazıya aktardığı düşüncelerini görsel anlamda çok daha çarpıcı ifade etmeyi düşler belki de… Hoşnut olmadığı bu yaşam tarzına bir tepki midir bilinmez… Yaşamın kendisiyle de alay edercesine intihar eder ve çekip gider bu dünyadan… Düşlediği yeni ve arınmış bir dünyanın hayaliyle kim bilir?
*****
'Being There' Türkçe'ye 'orada olmak' olarak çevrilse de İngilizce'de 'doğru zamanda doğru yerde bulunmak' anlamına gelir.
Yazar Kosinski, hayatı boyunca bahçesinde çalıştığı maliknenin dışına çıkmamış, dış dünya hakkında bildiği sadece televizyonda seyrettikleri ile sınırlı olan, saf biraz da zeksı kıt bir bahçıvanın yaşamı üzerinden ironi yaparak bu kavramı işler…
Filmin kahramanı Şans, hayatını, çiçeklerle, ağaçlarla ilgilenerek geçiren ve tek zevki televizyon seyretmek olan biridir. Ellili yaşlarına geldiğinde ev sahibi ölür ve avukatlar ondan evi terk etmesini isterler. Çünkü, yaşamını sürdürdüğü ev üzerinde hak iddia edecek herhangi bir yazılı belgeye sahip değildir. Enformasyon toplumunun kişiye yüklediği zorunlu kimlik belgelerinin nüfus cüzdanı, kimlik kartı, kredi kartı… vs. varlığından haberi yoktur Şans'ın… İhtiyacı da…
Çaresiz bavulunu hazırlar, televizyonun kumandasını cebine koyar ve daha önce bir kez bile adım atmadığı caddelerde yürümeye başlar. Kalabalığın arasında bir kum tanesi gibidir; sorduğu soruları cevaplamaktan bile kaçınan tedirgin insanlar, sokak çeteleri, trafik Şans'ı şaşkına çevirir. Bu kargaşaya son vermek ve yaşadıklarını değiştirecek olan farklı bir kanala geçmek umuduyla elindeki kumandayı kullanır, lakin bir işe yaramaz. Giderek daha da panikleyen Şans, sonunda kendini bir arabanın altında bulur. Bacağı yaralanmıştır ve otomobilde ABD yönetiminde sözü geçen üst düzey kişilerden birinin karısı vardır. Kadın, olayı büyütmemek amacıyla Şans'ı evine götürüp orada tedavi ettirmeyi önerir. Zaten gidecek bir yeri olmayan Şans ise teklifi hemen kabul eder.
Asıl hikye de bundan sonra başlar.
Gittiği evde Şans'ın gerçekte bir bahçıvan olduğunu, hatta okuma-yazma bile bilmediğini anlayamayan insanlar onun doğdigerığından ve sükûnetinden o denli etkilenirler ki kafalarında adeta başka bir karakter yaratırlar. Onlara göre Şans, son derece bilgili, entelektüel ve pek çok konuda geniş vizyonlara sahip biridir. Az ve öz konuşmakta, ama ettiği her laf özel bir anlam taşımaktadır.
Oysa Şans'ın kendini gizlemek gibi bir çabası yoktur. O sadece sorulan soruları sahip olduğu tek birikimle, yani bahçe ve doğa birikimiyle yanıtlamaktadır. Öyle ki insan, ilişkilerinde ancak fiziksel mesafeyi kullanabilen Şans, filmin bir yerinde ev sahibinin 'aslında birbirimizden ne kadar uzağız' demesine karşılık, 'hayır yakınız, bakın! sandalyelerimiz birbirine değiyor' diye karşılık verir.
Kısa bir süre sonra iş çığırından çıkar ve Şans kendisini ABD başkanının karşısında bulur. Herkes onun gözünde eşit olduğundan ve toplum kurdigerarına uymanın ya da yalakalık yapmanın anlamını bile bilmediğinden, çevresindekileri şaşırtarak başkana ismiyle hitap eder, her ortamda olduğu gibi davranır, içinden nasıl geliyorsa öyle hareket eder.
Ekonomiyle ilgili radikal kararların alınması gereken bir dönemdir ve başkan ona fikrini sorar. Şans, ömrü boyunca televizyondan öğrendiği bazı anlamsız bilgileri kendi bahçıvanlık deneyimleriyle harmanlayarak saçma sapan aforizmalar üretir ve her zamanki sakin tavrıyla cevap verir. Doğada bir döngü olduğunu, insanların bu döngüye uymaları gerektiğini söyler. 'En verimli sonucu elde etmek için tohum ekme zamanında tohum ekilmeli, bekleme döneminde toprak sulanmalı, hasat zamanında ürünler toplanmalıdır' der.
'İlkbaharda yapılması gereken şeyler sonbaharda yapılırsa yanlış olur' diye vurgulayarak doğanın döngüsüne karşı koyup yanlış zamanda yapılan uygulamaların hiçbir sonuç getirmeyeceğini belirtir. Ruhunun bozulmamış haliyle ulaştığı saflık boyutuyla başkanı, kararlarını değiştirecek kadar etkiler…
Böylece Şans, bir anda başkan danışmanı konumuna gelir. Tüm medya dünyası artık Şans'ın peşindedir.
Himayesine girdiği Başkan'ın sayesinde sık sık gazete ve televizyonlarda boy gösteren Şans, katıldığı programlarda aynı türden konuşmalarını sürdürür. Şans'ın bilmece gibi konuşmaları halkın kafasını karıştırsa da elitler onu el üstünde tutarlar.
Bir yanda hükümet yetkilileri, bir yanda da kitle kültürünün mesaj yayıcıları; gazeteciler… Gün gelir, vasıfsız, cahil bir adamı, sıradan yaşamından çıkarıp kamuoyuna sunar, onu adeta bir kurtarıcı gibi gösterirler. Hatta onun gelecekte ABD başkanı olmasını bile planlarlar.
Şans, kendisi ile ilgili bu kararlardan habersiz halde bir gün parkta dolaşırken büyük bir gölün üzerinde yürüdüğünü fark eder.
Çin kültüründe yer alan 'kırk yıl çalıştım; su üstünde yürümeyi öğrendim' sözünün bu görsel sunumuyla, Doğu felsefesine özgü bir estetik içerisinde seyirciye veda eder.
Tıpkı bilenle bilmeyeni ayırt edememenin ironisini yaşayan kitle kültürünün insanlarını terk ettiği gibi…
Film, çoğunluk bilinciyle yaşayan toplumların, kendilerinden farklı olan insanları ya dışlayıp ya da tam aksi onları yücelterek nereye koyacaklarını bilmediklerini yalın bir şekilde gözler önüne serer… Bilenle bilmeyeni ayırt edememenin ironisini yaşayan kitle kültürünün insanlarını…
Çoğunluk kültürüne alaycı bir yaklaşım sergileyen yazar Kosinski, aynı zamanda filmin senaristliğini de üstlenir. Böylelikle, yazıya aktardığı düşüncelerini görsel anlamda çok daha çarpıcı ifade etmeyi düşler belki de… Hoşnut olmadığı bu yaşam tarzına bir tepki midir bilinmez… Yaşamın kendisiyle de alay edercesine intihar eder ve çekip gider bu dünyadan… Düşlediği yeni ve arınmış bir dünyanın hayaliyle kim bilir?
*****
'Being There' Türkçe'ye 'orada olmak' olarak çevrilse de İngilizce'de 'doğru zamanda doğru yerde bulunmak' anlamına gelir.
Yazar Kosinski, hayatı boyunca bahçesinde çalıştığı maliknenin dışına çıkmamış, dış dünya hakkında bildiği sadece televizyonda seyrettikleri ile sınırlı olan, saf biraz da zeksı kıt bir bahçıvanın yaşamı üzerinden ironi yaparak bu kavramı işler…
Filmin kahramanı Şans, hayatını, çiçeklerle, ağaçlarla ilgilenerek geçiren ve tek zevki televizyon seyretmek olan biridir. Ellili yaşlarına geldiğinde ev sahibi ölür ve avukatlar ondan evi terk etmesini isterler. Çünkü, yaşamını sürdürdüğü ev üzerinde hak iddia edecek herhangi bir yazılı belgeye sahip değildir. Enformasyon toplumunun kişiye yüklediği zorunlu kimlik belgelerinin nüfus cüzdanı, kimlik kartı, kredi kartı… vs. varlığından haberi yoktur Şans'ın… İhtiyacı da…
Çaresiz bavulunu hazırlar, televizyonun kumandasını cebine koyar ve daha önce bir kez bile adım atmadığı caddelerde yürümeye başlar. Kalabalığın arasında bir kum tanesi gibidir; sorduğu soruları cevaplamaktan bile kaçınan tedirgin insanlar, sokak çeteleri, trafik Şans'ı şaşkına çevirir. Bu kargaşaya son vermek ve yaşadıklarını değiştirecek olan farklı bir kanala geçmek umuduyla elindeki kumandayı kullanır, lakin bir işe yaramaz. Giderek daha da panikleyen Şans, sonunda kendini bir arabanın altında bulur. Bacağı yaralanmıştır ve otomobilde ABD yönetiminde sözü geçen üst düzey kişilerden birinin karısı vardır. Kadın, olayı büyütmemek amacıyla Şans'ı evine götürüp orada tedavi ettirmeyi önerir. Zaten gidecek bir yeri olmayan Şans ise teklifi hemen kabul eder.
Asıl hikye de bundan sonra başlar.
Gittiği evde Şans'ın gerçekte bir bahçıvan olduğunu, hatta okuma-yazma bile bilmediğini anlayamayan insanlar onun doğdigerığından ve sükûnetinden o denli etkilenirler ki kafalarında adeta başka bir karakter yaratırlar. Onlara göre Şans, son derece bilgili, entelektüel ve pek çok konuda geniş vizyonlara sahip biridir. Az ve öz konuşmakta, ama ettiği her laf özel bir anlam taşımaktadır.
Oysa Şans'ın kendini gizlemek gibi bir çabası yoktur. O sadece sorulan soruları sahip olduğu tek birikimle, yani bahçe ve doğa birikimiyle yanıtlamaktadır. Öyle ki insan, ilişkilerinde ancak fiziksel mesafeyi kullanabilen Şans, filmin bir yerinde ev sahibinin 'aslında birbirimizden ne kadar uzağız' demesine karşılık, 'hayır yakınız, bakın! sandalyelerimiz birbirine değiyor' diye karşılık verir.
Kısa bir süre sonra iş çığırından çıkar ve Şans kendisini ABD başkanının karşısında bulur. Herkes onun gözünde eşit olduğundan ve toplum kurdigerarına uymanın ya da yalakalık yapmanın anlamını bile bilmediğinden, çevresindekileri şaşırtarak başkana ismiyle hitap eder, her ortamda olduğu gibi davranır, içinden nasıl geliyorsa öyle hareket eder.
Ekonomiyle ilgili radikal kararların alınması gereken bir dönemdir ve başkan ona fikrini sorar. Şans, ömrü boyunca televizyondan öğrendiği bazı anlamsız bilgileri kendi bahçıvanlık deneyimleriyle harmanlayarak saçma sapan aforizmalar üretir ve her zamanki sakin tavrıyla cevap verir. Doğada bir döngü olduğunu, insanların bu döngüye uymaları gerektiğini söyler. 'En verimli sonucu elde etmek için tohum ekme zamanında tohum ekilmeli, bekleme döneminde toprak sulanmalı, hasat zamanında ürünler toplanmalıdır' der.
'İlkbaharda yapılması gereken şeyler sonbaharda yapılırsa yanlış olur' diye vurgulayarak doğanın döngüsüne karşı koyup yanlış zamanda yapılan uygulamaların hiçbir sonuç getirmeyeceğini belirtir. Ruhunun bozulmamış haliyle ulaştığı saflık boyutuyla başkanı, kararlarını değiştirecek kadar etkiler…
Böylece Şans, bir anda başkan danışmanı konumuna gelir. Tüm medya dünyası artık Şans'ın peşindedir.
Himayesine girdiği Başkan'ın sayesinde sık sık gazete ve televizyonlarda boy gösteren Şans, katıldığı programlarda aynı türden konuşmalarını sürdürür. Şans'ın bilmece gibi konuşmaları halkın kafasını karıştırsa da elitler onu el üstünde tutarlar.
Bir yanda hükümet yetkilileri, bir yanda da kitle kültürünün mesaj yayıcıları; gazeteciler… Gün gelir, vasıfsız, cahil bir adamı, sıradan yaşamından çıkarıp kamuoyuna sunar, onu adeta bir kurtarıcı gibi gösterirler. Hatta onun gelecekte ABD başkanı olmasını bile planlarlar.
Şans, kendisi ile ilgili bu kararlardan habersiz halde bir gün parkta dolaşırken büyük bir gölün üzerinde yürüdüğünü fark eder.
Çin kültüründe yer alan 'kırk yıl çalıştım; su üstünde yürümeyi öğrendim' sözünün bu görsel sunumuyla, Doğu felsefesine özgü bir estetik içerisinde seyirciye veda eder.
Tıpkı bilenle bilmeyeni ayırt edememenin ironisini yaşayan kitle kültürünün insanlarını terk ettiği gibi…