ATATÜRK ANKARA'DA
'Birinci Dünya Savaşı sonunda yurdumuz yenik sayıldı
'Birinci Dünya Savaşı sonunda yurdumuz yenik sayıldı. Düşmanlar dört bir yandan vatanımıza saldırdılar. Sevr Antlaşmasına göre yurdumuzun düşmanlar tarafından bölünmesi kararlaştırıldı.
Urfa, Antep, Maraş, Adana, Antalya ve Osmanlı Devleti'nin merkezi İstanbul işgal edildi.
Yunanlılar, 15 Mayıs 1919'da İzmir'e girdiler.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın en iyi Ankara'dan yönetileceği inancındaydı. Yurdumuzun tam ortasında ve cephelere de eşit uzaklıktaydı. Tüm illerde haberleşme ve ulaşım olanağı yoktu. Bu düşüncelerle Atatürk ve Temsil Heyetinin üyeleri 27 Aralık 1919'da saat 14.00'de Dikmen sırtlarından Ankara'ya geldi.
***
Ve bugün yani 27 Aralık 2015, yani 96 yıl sonra;
Atatürk bugün de Dumlupınar'da bindiği kır atının üzerindeydi.
Yine Dikmen sırtlarından Ankara'ya o müthiş azametiyle girmek üzeriydi. Birden önünde bir kalabalık oluştu. Ata'nın yolunu kesen bu kalabalık
Atanın durmasını işaret etti. Atatürk milletine verdiği öneme binaen atını durdurdu ve kalabalığa hitaben;
'Siz kimlersiniz?' dedi.
Kalabalığın ön tarafından l6–17 yaşlarında bir genç ileri çıktı Atayı başıyla ve saygıyla selamladı. 'Biz sizin Çanakkale'de bizlere 'Ben sizlere ölmeyi emrediyorum.' dediğiniz gençleriz.' cevabını verdi.
Atatürk'ün gözleri doldu. Hakikaten bu gençlere o emri kendisi vermiş; emri alan gençlerde bu emre itaat ederek vatan için, bayrak için, namus için, hürriyet için canlarını veren kınalı kuzulardı ve bugün Ankara'yı bir dünya başkenti yapan o isimsiz kahramanlardı.
Gencecik yaşında şahadet şerbetini içen 250 bin onurlu, şerefli ve mübarek şehitlerdi bunlar...
Atatürk onlara hitaben ' Benden ne istiyorsunuz?' dedi. Aynı genç 'Ankara'ya girmeyiniz atam.' dedi. 'Bu Ankara sizin bıraktığınız Ankara değil. Bu Ankara'da bir takım insanlar size ve bizlere saygısızlık yapıyorlar. Uğruna can verdiğimiz mukaddesatımızdan tavizler veriyorlar, bizlere 'kelle' diyorlar. Huzurunuzda ayakta durmayı boş işler kabul ediyor, ilke ve inkılplarınıza sahip çıkmıyorlar.' Tam burada gencin dudakları titredi, ağlamak üzereydi. Sözlerine devam etti: 'Sizin resimlerinizin dahi üzerlerinin örtülmesini, heykellerinizin kaldırılmasını istiyorlar.' dedi ve titreyen sesiyle devam etti konuşmasına:
* '10 Kasım'da yaygara kopartıldı.' diyorlar.
* 'Elhamdülillah şeriatçıyız.' diyorlar
* 'Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.' diyorlar.
* 'Dokuz yaşındaki kız çocuklarının evlenmesine fetva veriyorlar'
* 'Laik değilim, laikliği korumakla yükümlüyüm.' diyorlar.
* 'Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye. Yahu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek! ' diyorlar.
* 'İşin en acı tarafı bizim kanlarımızla, canlarımızla kazandığımız vatan topraklarını bize tetik çekenlere satıyorlar.'
***
Atatürk bu söylenenleri büyük bir hüzünle dinledi. Altındaki kır at da bu söylenenleri anlamış gibi huysuzlanıyor, Dumlupınar'a doğru şaha kalkmak istiyordu. Bu Atatürk ki bu kınalı kuzularıyla yedi düvele karşı koymuş, hasta adam konumundaki bir ülkeyi, yabancılar tarafından paylaşılmakta olan bir ülkeyi bir Çanakkale ruhuyla kurtarmış, bir çiviye bile muhtaç bir ülkeyi şaha kaldırmıştı.
Türk'ün azametini, Çanakkale'nin geçilmezliğini bir dünyaya ispat etmişti.
***
Gençlere hitaben' Siz kaç kişisiniz?' diye bir sual sordu.
Öndeki genç '250 bin Çanakkale şehidiyiz. Daha arkamızda Sakarya şehitleri, Dumlupınar şehitleri, Sarıkamış şehitleri geliyor.' dedi.
***
Atatürk atından indi, şehidinin gözlerinden öptü. Gözlerinden birkaç damla yaş yanaklarında süzülürken 'Merak etme çocuk' dedi. 'Merak etme şehitlerimin bana sahip olduğu bu ülkede her türlü olumsuzluklara rağmen elbette ki 81 milyon Türk evladı da bana sahip çıkacak ve benim yolumdan yürüyeceklerdir. Hiçbir güç ve hiç bir kuvvet buna engel olamayacaktır.' dedi.
***
Atatürk tekrar kır atına bindi. Şehitler ordusunun içinde adım atmak mümkün değildi. O mahşeri kalabalık arasında atını mahmuzladı ve o şehitler ordusuyla birlikte bir toz bulutu arasında gözden kayboldular.
Belli ki şehitler yurdu Çanakkale'ye gidiyorlardı.
Yollarının üzerinde vatan vardı, bayrak vardı şan vardı, şeref vardı.
Urfa, Antep, Maraş, Adana, Antalya ve Osmanlı Devleti'nin merkezi İstanbul işgal edildi.
Yunanlılar, 15 Mayıs 1919'da İzmir'e girdiler.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın en iyi Ankara'dan yönetileceği inancındaydı. Yurdumuzun tam ortasında ve cephelere de eşit uzaklıktaydı. Tüm illerde haberleşme ve ulaşım olanağı yoktu. Bu düşüncelerle Atatürk ve Temsil Heyetinin üyeleri 27 Aralık 1919'da saat 14.00'de Dikmen sırtlarından Ankara'ya geldi.
***
Ve bugün yani 27 Aralık 2015, yani 96 yıl sonra;
Atatürk bugün de Dumlupınar'da bindiği kır atının üzerindeydi.
Yine Dikmen sırtlarından Ankara'ya o müthiş azametiyle girmek üzeriydi. Birden önünde bir kalabalık oluştu. Ata'nın yolunu kesen bu kalabalık
Atanın durmasını işaret etti. Atatürk milletine verdiği öneme binaen atını durdurdu ve kalabalığa hitaben;
'Siz kimlersiniz?' dedi.
Kalabalığın ön tarafından l6–17 yaşlarında bir genç ileri çıktı Atayı başıyla ve saygıyla selamladı. 'Biz sizin Çanakkale'de bizlere 'Ben sizlere ölmeyi emrediyorum.' dediğiniz gençleriz.' cevabını verdi.
Atatürk'ün gözleri doldu. Hakikaten bu gençlere o emri kendisi vermiş; emri alan gençlerde bu emre itaat ederek vatan için, bayrak için, namus için, hürriyet için canlarını veren kınalı kuzulardı ve bugün Ankara'yı bir dünya başkenti yapan o isimsiz kahramanlardı.
Gencecik yaşında şahadet şerbetini içen 250 bin onurlu, şerefli ve mübarek şehitlerdi bunlar...
Atatürk onlara hitaben ' Benden ne istiyorsunuz?' dedi. Aynı genç 'Ankara'ya girmeyiniz atam.' dedi. 'Bu Ankara sizin bıraktığınız Ankara değil. Bu Ankara'da bir takım insanlar size ve bizlere saygısızlık yapıyorlar. Uğruna can verdiğimiz mukaddesatımızdan tavizler veriyorlar, bizlere 'kelle' diyorlar. Huzurunuzda ayakta durmayı boş işler kabul ediyor, ilke ve inkılplarınıza sahip çıkmıyorlar.' Tam burada gencin dudakları titredi, ağlamak üzereydi. Sözlerine devam etti: 'Sizin resimlerinizin dahi üzerlerinin örtülmesini, heykellerinizin kaldırılmasını istiyorlar.' dedi ve titreyen sesiyle devam etti konuşmasına:
* '10 Kasım'da yaygara kopartıldı.' diyorlar.
* 'Elhamdülillah şeriatçıyız.' diyorlar
* 'Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.' diyorlar.
* 'Dokuz yaşındaki kız çocuklarının evlenmesine fetva veriyorlar'
* 'Laik değilim, laikliği korumakla yükümlüyüm.' diyorlar.
* 'Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye. Yahu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek! ' diyorlar.
* 'İşin en acı tarafı bizim kanlarımızla, canlarımızla kazandığımız vatan topraklarını bize tetik çekenlere satıyorlar.'
***
Atatürk bu söylenenleri büyük bir hüzünle dinledi. Altındaki kır at da bu söylenenleri anlamış gibi huysuzlanıyor, Dumlupınar'a doğru şaha kalkmak istiyordu. Bu Atatürk ki bu kınalı kuzularıyla yedi düvele karşı koymuş, hasta adam konumundaki bir ülkeyi, yabancılar tarafından paylaşılmakta olan bir ülkeyi bir Çanakkale ruhuyla kurtarmış, bir çiviye bile muhtaç bir ülkeyi şaha kaldırmıştı.
Türk'ün azametini, Çanakkale'nin geçilmezliğini bir dünyaya ispat etmişti.
***
Gençlere hitaben' Siz kaç kişisiniz?' diye bir sual sordu.
Öndeki genç '250 bin Çanakkale şehidiyiz. Daha arkamızda Sakarya şehitleri, Dumlupınar şehitleri, Sarıkamış şehitleri geliyor.' dedi.
***
Atatürk atından indi, şehidinin gözlerinden öptü. Gözlerinden birkaç damla yaş yanaklarında süzülürken 'Merak etme çocuk' dedi. 'Merak etme şehitlerimin bana sahip olduğu bu ülkede her türlü olumsuzluklara rağmen elbette ki 81 milyon Türk evladı da bana sahip çıkacak ve benim yolumdan yürüyeceklerdir. Hiçbir güç ve hiç bir kuvvet buna engel olamayacaktır.' dedi.
***
Atatürk tekrar kır atına bindi. Şehitler ordusunun içinde adım atmak mümkün değildi. O mahşeri kalabalık arasında atını mahmuzladı ve o şehitler ordusuyla birlikte bir toz bulutu arasında gözden kayboldular.
Belli ki şehitler yurdu Çanakkale'ye gidiyorlardı.
Yollarının üzerinde vatan vardı, bayrak vardı şan vardı, şeref vardı.