19. yüzyıldan beri Elazığ'da yaşatılıyor! Türküyü herkes biliyor ama bu hikayeyi kimse duymadı
Elazığ'ın kadim kültür mirası Harput'un bağrından kopan bir aşk, bir türküye dönüşerek nesiller boyunca yankılandı. 'Kara Erik Çağala' türküsünün ardındaki hüzünlü hikaye, bir aşkın yarım kalmışlığını ve Harput'un değişen çehresine tanıklık ediyor. Bu hikayesi ise...
19. yüzyılın sonlarına doğru Harput, tarihi bir dönüşümün sancılarını yaşarken, o görkemli şehir yavaş yavaş Mezra’ya (bugünkü Elazığ’a) doğru göç veriyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde Harput halkı, taşınmanın ötesinde bir medeniyetin kapanışına şahit oluyordu. Bu dönemde yaşanan her olay, hem bireylerin hem de şehrin belleğinde derin izler bıraktı.
İşte bu çalkantılı yıllarda Yusuf adında 16 yaşındaki bir genç, atıyla Mezra’ya giderken Harput’un çıkışındaki bir evin penceresinden gelen sese kulak verdi. Camdan bir genç kız görünmüştü; başı oyalı yazmalı, sarı saçlı, yeşil gözlü bir güzellik. Adını biliyor, gülümseyerek onu çağırıyordu. Yusuf şaşkındı. O dönem için cesur bir davranış olan bu çağrı, gencin yüreğinde büyük bir kıvılcım yaktı.
Kız, Yusuf’a bir kara erik uzattı: “Yusuf, beni buradan al. İstersen dünyanın ötesine gelirim, ama beni al…” diyordu. Yusuf o anı ömrü boyunca unutamadı. Erik, sadece bir meyve değil, bir hatıra, bir sevda simgesi olmuştu.
Ancak kaderin cilvesi, bu aşkın önüne büyük bir engel koydu. Yusuf’un ailesi, kızı istemeye hazırlanırken acı bir haber geldi. Genç kızın ailesi, memuriyet sebebiyle Payitaht’a tayin olmuş, çoktan Harput’tan ayrılmıştı. Yusuf için dünya durmuştu. Babasına sadece, “Baba, benim işim ne oldu?” diyebildiğinde, aldığı cevap yüreğini paramparça etti: “Geç kaldık… Gitmişler.”
O kara erik, Yusuf’un yüreğinde çürümeyen bir aşkın sembolü oldu. Mendiline sarıp sakladığı erik, zamanla çürüdü; geriye sadece çekirdeği kaldı. Askere giderken bile yanında taşıdığı bu çekirdek, onun için bir yemin gibiydi. Babası yıllar sonra bu hikayeyi anlattığında, gözlerinden süzülen yaşlar o sevdanın hiç sönmediğinin kanıtıydı.
Bu yaşanmışlık halk arasında dilden dile yayıldı. Yusuf’un arkadaşları yıllarca ona takıldı: “O eriği niye yemedin?” İşte bu sözler, zamanla türküye dönüştü: “Kara erik çağala, ye ki yaran sağala…”