Taha Yusuf SARIGÜL

DİLİPAK VE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

Taha Yusuf SARIGÜL

   İslami camianın önde gelen isimlerinden Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, 27 Temmuzda yayımlanan ve İstanbul Sözleşmesi'ni hedef aldığı 'AKP'nin papatyaları' başlıklı yazısında  kullandığı 'fahişe' ifadesinden dolayı hedef tahtasına konuldu. Ardından Ak Parti Kadın Kolları tarafından 81 ilde Dilipak aleyhine dava açılacağı kamu oyu ile paylaşıldı. Ak Parti Genel Sekreteri'nin Fatih Şahin'in de kendisi hakkında dava açmaya hazırlandıklarını açıklamasının ardından Abdurrahman Dilipak sert tepki vererek;

   "Tayyip Erdoğan şiir okuduğunda ben 70 bin imza toplamıştım. ‘Biz de bu şiiri okuyoruz’ diye. Benim bu yazımın altına da 70 bin insan imza atabilir gerekirse. Denesinler, deneyebilirler. Halep oradaysa arşın burada. AK Partiyi yöneten böyle bir kadro var. Bunların zihniyetleri Türkiye'yi ve AK Parti'yi bir yerlere sürüklüyor. Benim şahsımda AK Parti'nin kurucu iradesi yargılanıyor. Bu irade bunu affetmez. Ben atanmamış ve seçilmemiş bir sözcü gibiyim. Akp'liler AK Parti'nin altını oyuyor. Böyle giderse sonu ANAP gibi olacak" diye görüşlerini belirtmişti.

   Peki yazısında ne demişti de böyle hedef tahtasına oturtulmuştu Dilipak. Kendi ifadesi ile yazısında Lgbt ifadesini kullanmamak için fahişeler ifadesini kullandığını ve bunun başka taraflara çekildiğini belirtiyor. Sonuna kadar da haklı.

   İnsanın içi kan ağlıyor. İslami dava uğruna bedel ödemiş insanların böyle kolayca harcanabilecek duruma getirilmesi insanları derinden üzüyor. 28 Şubat'ta başörtüleri için DGM'lerde yargılanan, hakkında binlerce yıl hapis istemiyle davalar açılan Dilipak'ı aynı başörtülü kadınların çocukları mahkemeye veriyorlar. Sebebi de İstanbul Sözleşmesi'ni eleştirmesi. Bu dava için bedel ödemiş insanlara bu davanın sırtından geçinen yeni yetmeler cephe alıyorlar. Bir Abdurrahman Dilipak kolay yetişmiyor. Aslında İstanbul Sözleşmesi biraz da bahane. Esas mesele Dilipak'ın yazılarıyla rahatlarını kaçırması. 'İslami bir görev' olarak onları uyarması huzursuz ediyor bazılarını. Son günlerde sosyal medyada karşımıza çıkan bu fotoğraf gerçekten de iç acıtıcı!

  Yazıda bahsedilen Akp'liler AK Parti'ye herkesten çok zarar vermiyorlar mı? Lüx ve israfı merkeze alan 'haz' cı yaşam tarzı, helal haram gözetmeksizin para kazanma hırsı, liyakat ve ehliyet aranmadan dağıtılan, talep edilen makam ve mevkiler, laik ve kemalist düzene ayak uydurma çabası gibi birçok özellik bu Akp'lilerde mevcut. Reis'in başını kaşıyacak vakti yok. Her seferinde çıkıp uyarıyor. Ömer'ler arıyoruz diyor, derdi dava olmayan aramıza katılmasın diyor ama ne çare. Reis hangi birine yetişsin. Bu dava 1 kişinin omuzlarında yürür mü? Recep Tayyip Erdoğan ile aynı dava şuuruna sahip kişiler lazım. Kurucu iradenin egemen olması lazım. Maalesef geldiğimiz durum çok üzücü.

  Daha dün CHP'nin kadın kolları başkanı Aylin Nazlıaka İstanbul Sözleşmesi ile ilgili "Bu sözleşmeye karşı çıkanlar taciz ve tecavüzcülerdir" diye infial yaratacak bir açıklama yaptı. Dilipak'ı koşarak mahkemeye veren "Ak Parti kadın kolları" kadar cesur erkekler aranıyor. Bu ahlaksız sözlere ve edepsiz suçlamalara karşı bakalım Aylin Nazlıaka hakkında da dava açacaklar mı? Yoksa güçleri sadece Abdurrahman Dilipak'a mı yetiyor göreceğiz. Yukarıda alt kısımdaki fotoğrafta Dilipak'a dava açmaya koşan kadınları Aylin Nazlıaka için de dava açmaya davet ediyoruz. Aynı fotoyu vermelerini istiyoruz. Kendi itibarlarını Dilipak'a karşı kurtardılar ise biz erkeklerin itibarını da Aylin Nazlıaka'ya karşı kurtarsınlar.

İstanbul Sözleşmesi denilen melanet, toplumu ifsad etmeye devam ediyor. Merak edenler açıp Google dan sözleşmenin maddelerine bakabilirler. Genelde toplumsal cinsiyet eşitliğini önceleyen, ve kadına şiddeti önlemeye yönelik maddeler içeren fakat muğlak ifadeler ile dolu bir sözleşme. Tamamen proje bir sözleşme. Sözleşme hukuki olarak bağlayıcı. 27 Avrupa Birliği ülkesinden 14 tanesi imzalamış 13'ü imzalamamış. İçinde 'kadına şiddeti önleme' kelimesi geçiyor diye bizim sözde duyarlı kardeşlerimiz hemen İstanbul Sözleşmesine destek olma çabası içerisine giriyorlar.

   "Ağuyu(zehir) altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı." Sırf kadına şiddet önlensin diye bu sözleşmeyi destekleyenler nasıl bir ifsad projesine destek olduklarının farkında değiller.

   Mesela sözleşmede 'aile' olarak tercüme edilse de orijinal metinde 'domestic' olarak geçer. Bu kelime de normal bir aileyi değil, ev içi arkadaşlığı ev arkadaşlığı anlamına gelir. Yani iki erkek veya iki kadın da bu sözleşmeye göre aynı evde yaşarlarsa aile olarak kabul edilmelidir.

   Yine sözleşmenin 3. Maddesinin 1. Fıkrasında  kadına psikolojik ve maddi acı verecek eylemler de şiddet kapsamındadır diye cümleler var.

  3. Maddenin 2. Fıkrasında aile içi şiddette karı koca yerine 'parterler arasında' diye ifade kullanılıyor. Yani bir erkek bir kadın olması şart değil. İki erkek veya iki kadın da partner olabilir.

  Sözleşmenin 4. Maddesi 3. Fıkrasındaki 'Temel haklar ve ayrımcılık yapmama' cümleleri ile de  farklı cinsel eğilimlerin yasal zemine oturması sağlanıyor.

   Sözleşmenin 9. Maddesinde; “Sivil toplum kuruluşları ve sivil toplum” başlığı altında:

“Taraflar, kadına yönelik şiddetle mücadelede, aktif olan ilgili sivil toplum kuruluşları ve sivil toplumun çalışmalarını, her düzeyde göz önünde bulundurur, teşvik eder ve destekler ve bu kuruluşlarla etkin işbirliği tesis eder” diyor.

Bu madde gereğince, o zamanın aile bakanı Fatma Şahin, 236 kadın derneği ile masaya oturup, 6284 sayılı yasa tasarısını hazırladı.

   Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunduğunu iddia eden derneklerin çoğunluğu, PKK ve LGBT destekçisi derneklerdi. Gerisini varın siz düşünün.

   Yine bu sözleşmenin 12. Maddesinin 1. Fıkrasında; “Kadınlar ve erkekler için, alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla, kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alır” denmektedir. Burada “Kadınlar ve erkekler için alışılagelmiş roller” deyimiyle, inanç ve ahlaki değerlerimizle örf ve adetlerimizin getirdiği, karı-koca sorumluluk ilişkileri tamamen inkâr edilmekte ve toplumumuzun, inanç referanslarımızda bulunan tarihi sorumluluk anlayışından uzaklaştırılması istenmektedir.

   Gelelim bu sözleşmenin kadına şiddeti önleyip önleyemediğine. Sözleşmenin imzalandığı tarihten günümüze kadar olan süreçteki kadın cinayetlerini gösteren grafiğe bakabilirsiniz.

 Görüyoruz ki sözleşmenin imzalandığı 2011 yılından itibaren kadın cinayetlerinde sürekli bir artış var. Zaten sözleşmenin esas amacı kadın cinayetlerini ve şiddeti azaltmak değil ki. Amaç toplumu ifsad edip aileyi çökertmek. Amacına da ulaşıyor. Bu sözleşme bizi milli ve manevi değerlerimizden tamamen koparıp, ailenin köküne dinamit bağlayıp, aileyi tamamen ortadan kaldırmaya çalışan ve tüm toplumu ifsad eden bir projedir.

  Reis'in bir an önce konuya el atıp Batı'nın dayatması olan bu ahlaksız sözleşmeyi yürürlükten kaldırması gerekmektedir.

   Velhasıl Abdurrahman Dilipak bizim onurumuzdur. İstanbul Sözleşmesi de her Müslümanın karşı çıkması gereken bir' ifsad projesidir.'

   Allaha emanet olun.

Yazarın Diğer Yazıları