Şükrü KACAR

KÖYE DÖNÜŞ

Şükrü KACAR

Dünlerden bir köy vardı öylesine düşlerimize giren.

Ülkede nüfusunun %65 - %70’i yaşıyordu.

Şehircilik düşü de o kadar gelişmemişti.

Gıda maddelerimizin çoğu köyde yetiştirilirdi.

O yıllar, pulluğun, teknik tarımın henüz o değin köye girmediği tarihlerdi. Köyü, köydeki toprağı bırakıp şehire gitme tutkusu da o kadar gelişmemişti. Şehir, öyle taşı, toprağı para eden bir yer de değildi.

Kooperatifçilik de henüz bildiğimiz şekilde gelişmemişti.

Oysa 1947’lerde kurulan bir Israel, tarımda bir o kadar ileri adımlar atmaya, kooperatifçiliği de o değin geliştirmeye yönelmişti.

Çölde, o yörelerde yepyeni bir hayat ortaya çıkmaya başlamıştı.

Devletin ikinci adamı olan Başkan bile, aldığı aylığın önemli bir kısmını köye gönderiyordu.

Bizde de yeni toprağa değer verme düşü uyanmıştı.

Toprağımızı kendimiz işleyecek, hayvanımızı kendimiz yetiştirecektik. Bu bakımdan Türkiye toprağı bol, toprağı bereketi bir ülke olarak göze çarpıyordu.

Köyde eğitime de bu nedenle bir başka önem vermeye, hemen her köye okul yapmaya başlamıştık.

“Yerli malı, yurdum malı” diyor, yabancı mallara da öyle hayranlıkla bakıyorduk.

Ekmeklik buğdayımız da, yiyeceğimiz etimiz de bize yetiyordu.

Kısaca, Türkiye bir tarım ülkesi olarak gözüküyor, eti de buğdayı da kendine yetişiyor.

Sonra sonra şemsiye döndü.

Bir şehir özlemidir başladı ülkemizde.

Çiftini, çubuğunu bırakan şehire koştu.

Bunun adına köy boşalmasıdiyorduk.

Köyden şehire kaçış diyorduk.

Şehir, nerede ise herkesin tutkusu olmuş gibiydi.

Gün geldi, köyler öylesine boşaldı, köyler öylesine kendi yazgısı ile baş başa bırakıldı.

Özellikle de genç nüfus, şehire göçüyor, ardından büyük bir işsizlik de gelip başımıza konuyordu.

Köy boşalması, bizim için büyük bir sorundu.

Gün gelecek, ekmeklik buğdayımızı, birçok yiyecek maddemizi, hatta hatta hayvanlarımıza yedirecek samanımızı bile dışarıdan alacaktık.

Yukarıdaki büyüklerimiz, sorumlularımız da, bu gidişe seyirci kalacak, köy boşalmasının Türkiye için büyük bir sorun olacağını düşünmeyeceklerdi.

Türkiye artık bir tarım ülkesi olmaktan çıkmış durumdaydı.

Tarım politikamız, bir kadar zarar vermeye başlamıştı ülkeye.

Gıda fiyatı dünyada düşerken, Türkiye’de o derece artıyordu.

Üstelik organik gıda yemeye de artık hasret hasret kalıyor gibiydik.

Genç nüfusun büyük bir kısmı şehirde.

Köydeki topraklar, o değin ekilip biçilmiyor da.

Mevcut çiftçilerimiz, her gün biraz daha artan tarım ihtiyaçlarından, başta yakıt olmak üzere o değin şikayetçi.

Tohum, gübre, ilaç ve de toprağı işlemek büyük bir sorun olmuş.

Bütün dünyada gıda fiyatları düşerken, Türkiye’de sürekli yükseliyor.

Tüketici, özellikle yerli ürün arıyor, ama bulamıyor.

Kurulmuş kooperatifler varlıklarını pek gösteremiyor, bundan yararlanan aracılar istedikleri gibi at oynatabiliyorlar.

Çiftçinin ürettiği sütte, beş yılda 15 kuruş zam gelirken markette ve sair yerde bu fiyat dört liraya kadar yükseliyor. Kaldı ki tüketici, sürekli yerli ürün, organik, sağlıklı gıda arıyor. Kısacası, yerli üründe hem yetiştirici, hem de tüketici kazanıyor. Tarım Bakanlığı, kooperatifçiliğin süratla artması ve gelişmesini sağlamalıdır. Bir İsrael, böyle kalkınmış, tarımda kalkınmayı, kooperatifler devreye girmedikçe, tarımda beklenilen gelişme sağlanamaz.

Öte yandan hayvancılığımız da, bir güzellikle ele alınıp sürdürülmedikçe, dışarıdan et ithal etmekle ne gerekli ihtiyacımızı sağlayabiliriz,  ne de ucuz fiyata et yiyebiliriz.

Kısaca, yazık ettik o eski günlerimize. O eski günlerde her tür gereksinimimizi karşılıyor, umutlarımızı da o denli canlı tutmaya çalışıyorduk.

Şöyle bir silkinip, yeniden kendimize gelmek zorundayız.

Bizi ancak köye dönüş kurtarabilir.

Türkiye tarımı da ancak bu şekilde kendine gelebilir.

Boş köyler ve işlemeyen topraklar, bizi asla ve asla kuruluşa götüremez.

Eskiden söylediğimiz bir sözü tekrarlayarak yazımıza son verelim.

“Türkiye’nin kalkınması, köyün kalkınmasına bağlıdır.

Köy kalkınmadıkça, ülke de kalkınamaz.”

Yazarın Diğer Yazıları