Mehmet DUMAN

BİZİM MAHALLE

Mehmet DUMAN

Bizim mahallenin bayramları bir başkaydı, gelin gibi süslenirdi bizim sokaklar, evlerin temizliği, şanlı bayrağımız, kapıların önlerine kablolarla çekilen lambalar, süslemeler, balonlar, kaldırım taşları gelincik çiçeği gibiydi sanki. Erkek çocukların bayram hazırlığı telli arabalarına direksiyon yapmak, korna takmak, ince kablolarla aksesuar yapıp onları ışıklandırmayla başlardı. Naylon ayakkabıların en yakışıklısı, İspanyol paçaların en alımlısı, misketlerin en şahanesi onlardaydı. Futbol topları parlak naylondan, vidalı kramponları Kara Ankara lastiğindendi. Şekerleri cam şeker ya da Zeki Müren göbeğiydi. Kız çocuklarının renkli cicili bicili etekleri göz kamaştırırken, naylondan ya da kendi imalatları olan bez bebekleri en zevkli oyuncaklarıydı onların. Evlerimiz avlu içerisinde birkaç evin bir arada oluşumuyla ya da genelde bahçeli ve müstakildi. Senin, benin, onun yoktu. Ateşler yakılır, ocaklar kurulur, hamurlar yoğrulur, pişirilen ekmekler ve yemekler herkesin ortak malı sayılırdı. Birlikte olmanın, birlikte yapmanın mutluluğu hep beraber en üst noktada yaşanırdı. Dut ağaçlarının altına serilen savanlara silkelenen dutlarda her evin göz hakkı olurdu. Bizim sokak, yeni mahalle şair Rahmi, sel sokak, Namık Çitçi caddesi, Namık Kemal ilkokulu, şeker ambarı, Tevfikiye camii ya da Cumhuriyet ilkokulunun bahçesi, mezra ortaokulu, af taksi fark etmeden hepsi bizim sayılırdı, hepsi bizim mahallenin meskeni olurdu. Hülbüye ablamız, Cevriye bacımız, Selvi bibimiz, Cemile hocamız, Taksici Ahmet abimiz, trenci hacı dedemiz, Mamoş dayımız vardı bizim. Bakkal Reşat’ımız fırıncı Kürşat’ımız vardı. Ekmeği ve diğer ihtiyaçlarımızı senetsiz sepetsiz kefilsiz veresiye alırdık. Kimse borcunu ertelemez aksatmazdı. Karaçalı suyu içerdik sağlıklı bir şekilde, büyük cam şişelerde iki atlı arabalarla sokaklarımıza kadar gelen sular can katardı canımıza. Ayranlarımızı köyden rahmetli Vehbi dayı ya da oğlu Ali emmi merkeplerle getirip satarlardı. Halı fabrikalarının ürettiği halılarımız yok sayılırdı, kendi imalatımız vardı. Kumaşlar, ipler dokuma atölyelerine gider yolluk olarak çıkartılırdı. Ekmeklerimiz için kullanılan unlar değirmenlerde alınan buğdayların öğütülmesi ile evlere taşınırdı. Bayram günlerimiz, ceplerimizin sarı kuruşlarla bereketlendiği, şekerlerle tatlandığı özelimiz gibiydi. Bizim sokakla gazi caddesi arası yüz metre olmasına rağmen çarşı bize çok uzak gelirdi, çarşıyı akşam karanlığı çöktüğünde dükkânların yanan ışıklarıyla bilirdik. Ali dayının, Fatma bibinin verdiği harçlıklar tükenmezdi sanki. Dondurmacıların, Osmanlı macunu satıcılarının, elmalı şekercilerin yolu dört gözle beklenirdi. Yirmi beş kuruşa bir tane onluk bir tanede on beşlik dondurma alıp yanımızda kim varsa ikramda kusur etmezdik, gözümüz gönlümüz toktu bizim. Cevizler ve misketler bizim sokağın iddialı oyunlarında başrol oynarlardı her daim. Lahana sarmaları, kofik dolmaları, etli yemekler, baklavalar ve börekler evlerimizin ikram katığı olurlardı. Rahmetli Bahrettin abinin sokağa gelişi heybetli sesiyle bir sokak ötedeyken bile kendini belli ederdi. Ramazan davulcularına kimseler kapıyı kapatmazdı, ikramda kusur etmez beraber halaya dururlardı. Bizim mahallenin bizim sokaklarında büyüyen çocukları şimdi nerelerde ne yapıyorlar hiç merak etmiyoruz doğrusu. Çünkü biz özümüzü, kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi bilerek büyüdük. Birçoğumuz profesör, doktor, öğretmen, asker, sporcu, yapımcı, eczacı, müşavir oldu, birçoğumuz memur, işçi, esnaf oldu. Tek şey bildik, tek şey öğrendik, tek şeye sadık kaldık. Geçmişimizi asla unutmadık. Ne mutlu bize, ne mutlu bizim mahallenin havasını teneffüs etmişlere.

Yazarın Diğer Yazıları