İlhami BULUT

ŞİİR NİYE YAZILIR?

İlhami BULUT

        Başlıktaki soru kipini tüm zamanların tüm şairleri yerine; bütün özgül ağırlığı ile bir güle tevil yoluyla yöneltelim mi?

         Ey gül sen ne için açıyorsun diyerek!


  • Güzel kokunla rayiha vermek için mi?

  • Rengârenk dokunla daha güzel görünmek için mi?

  • Yapraklarından gül suyu yapılarak endüstriyel değer taşıyarak seni dikenin yüzünü güldürmek için mi?

  • İnsanların sevgiliye ifade edemediği duyguyu bir paket halinde sunmak için mi?

  • Arı ve diğerlerine gıda olsun diye mi?

  • Bir duvar freskinde karşımıza çıkmak için mi?

  • Güzellik reçetelerine girmek için mi?

  • Davet ve ziyafetlerde başköşede yer kapmak için mi?

  • Sensiz banyoya girmeyen İmparatoriçe Josephine’nin mahrem yerlerini görmek için mi?

  • Taptuk Emre’nin dediği gibi diken de, senin yüzü suyun hürmetine birkaç damla su içsin diye mi?

  • Malmaison Bahçeleri’nde süs olsun diye mi?

  • ‘Kimde bu ateş yoğ ise vah ona’ diye bir söz duydun diye mi?

  • Yoksa inadına bülbülü çatlatmak için mi?

             Tarafımızdan güle yöneltilen bu yorumların hiç biri gülün açılış gayesini izah edemez, zira gülde kalan bir sırdır o.       

             ‘Sır içinde esrar’ kim ne derse desin burada, bir gülün açışında bir sanat var sanat, belki de gerçek şiir işte böyle bir şey olmalı.

             Şair; usunu, zevkini, taze hayalini, duygusunu, mantık ve sayısız kaynakları kullanır, fakat bu işin içine bir yaratış katmalıdır, işte o yaratışın nüvesindedir şiir. 

            Düz yazı, yürüyüş gibi bir adrese varmaya yöneliktir, oysa şiirdeki yürüyüş dans adımı gibi kıvrım kıvrım olmalı ve gül gibi usul usul kanatlanmalıdır.

            Acep; gül mü şiir gibi açıyor, yoksa şiir mi gül gibi açmalıdır.

            Şiirin hammaddesi hayaldendir, büyüye uğramadan, gerçeği aşıp gelmeyen hiçbir seste şiir tadı bulamazsınız;

            Fuzuli der ya;

            “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır”

           Her ne kadar Mehmet Akif;

           “Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim.

            İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.”            

            Demişse de; bunu Çanakkale Şehitlerine, Bülbül, Leyla ve İstiklal Marşı için söylemiş olamaz, gözünü kapatıp iç dünyasında gördükleridir ancak.

           Yoksa Yahya Kemal

           “Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var”

            Diye seslenir miydi bize.

            Şiir insanlık için, kavga, açlık, yergi, Tanrı hayranlığı, beşeri sevda, öfke ve arzu coşkunluğu, üzüntü, şiirin koordinatları sınırsızlıktan geçer, hepsini kapsar ama günlük siyasi kavgada, gündelik ihtiras kurşunu gibi atılırsa işte o şiir alanının dışına düşer.

              Şiir namlusundan propaganda sıkılamaz.

              Şiirin en adil, objektif ve tarafsız eleştirmeni zamandır.

              Sultanüşşuara tacı her ne kadar Nedim’e rağmen Padişah tarafından Şair Osmanzâde Taib’e giydirilmişse de, bu gün bu şairin ismini, sanını bilen var mı!  Ama Nedim öyle mi?

             Dönsek mi bu aşkın şafağından

             Gitsek mi ekaalim-i leyâle ?

             Bizden daha evvel erişenler

             Ağlar bu gün evvelki hayale…..

             Ahmet Haşim’in dediği gibi şiir bir özleyiştir. Özleyiş bitince, kadın da, ülkü de, ümit de tükenir gider.

              Ne aşksız şiir ne de şiirsiz bir aşk olur.

              Demişiz bir mısrada ve şiir bir duyu ve duygunun mumyalanmasıdır diye de tanımlamışız kendimizce.

              Şiir, aşk hazinesine giden yolun trafik levhaları gibidir, bu yolda karşımıza az çıkmayan bir tabela vardır. YAVAŞ…

              Ahmet Kabaklı şiir için şu mülahazada bulunur.

              “Şairlik ne ilham ne aşk ile ne ilim ve bilgi iledir. Fakat bunların “kemali” iledir.

               Belki de şair dediğimiz ruh sözcüsüdür.

               Gülün açış, güneşin dönüş gaye kökünden çekilen bir fiil midir, nedir! Şiir.  Ben başlığa yanıt bulamadım siz ne dersiniz bilemem...

 

Yazarın Diğer Yazıları