İlhami BULUT

  PELTE HARMANLARI

İlhami BULUT

               Pelte; Elazığ-Keban 13. Km.’den sonra 2 Km. sağ tarafa içeri girince karşımıza çıkacak olan köy.

             Bundan 57 yıl önce ben 7 yaşlarındayım; gözlüksüz olarak o tarihteki yaşama ilişkin gözlemlerimi kısaca aktaracağım, görüleceği gibi sanki yüzyıllar öncesinden bahsediliyor gibi algılanacaktır.

             Bizim kuşak çok hızlı bir dönüşüm sürecinden geçti ve geçiyor, köyümüz o tarihte takribi 50 hane, köyde iki traktör vardı, ikisi de çalışmıyordu, o tarihte dünyanın niye sarı öküzün üstünde olduğu anlaşılıyor sanırım.

             Bir tek evde radyo vardı o da sesi o kadar bozuktu ki, ne dediği anlaşılmazdı, adamlar bir kutunun içine girmiş anlaşılmayacak bir şeyler  konuşuyorlar derlerdi.

             Köyde standart bir yaşam söz konusuydu, varlıklı ile varlıksız aile arasında 2 öküz farkı vardı, Haziran sonuna doğru arpalar biçilmeye başlanır, yaklaşık Temmuz ayı boyunca da bütün tahılların biçme işi sürerdi.

            Gerek rahmetli babam, amcam, yengem, halam ve annem sabah namazından önce kalkarlardı, köyün hemen tamamı bu tempo ile çalışırdı ekin tarlasına gidilirdi.

            Eli ve parmakları koruyan ‘elcek’ denen bir alet vardı onu ellerine takarlardı, bir tarım aleti olan ‘elcek’ aynı zamanda parmakların hünerini çoğaltırdı, parmaklara uzunluk kazandırır, kavrama gücünü artırırdı, genelde ekin biçim aracı olarak kuşanılırdı.

              Sabahtan akşama kadar bir ay boyunca orak çalınırdı, ayaklarda doğru dürüst ayakkabı yoktu, üst baş tepeden tırnağa pıtrak olurdu, gerçekten inanılmaz, akşam eve döndüklerinde o pıtraklar üzerlerinde kalırdı o yorgunlukla nasıl ayıklanacak ki;

                Uzak mevkii de ekin biçildiğinde ki ben hatırlıyorum, Düzler mevkii vardı mesela köyümüzde, oraya ekine gittiklerinde babamlar, yol uzak diye ekin tarlasında gece yattıkları olurdu.

                Evde kalan yaşlılar, çocuklar da eşeklerle yemek taşırlardı ekincilere, eşeği olmayan, komşusuna söylemeden, eşeğini alır yemeğini götürürdü.

               Yiyecek olarak, ayranlı köfte revaçtaydı, bulgur pilavı, keşkek, üzüm veya dut şerbeti, ayran, kuru soğan, tereyağı ve pekmezden yapılan ‘ sıvıtma’ başyemekti.

              Söz konusu tarihte kahvaltıda çay bulunmazdı, öyle bir kahvaltı kültürü yoktu, çünkü evlerde çok sınırlı miktarda çay ve şeker olurdu onlar da misafir nasibi olarak saklanırdı.

              Köyde sebze çıkmadan kimse asla sebze satın alarak yemezdi veya alamazdı onu bilmiyorum, evimizden çıkınca yeriz derleri, suya orantılı olarak az miktarda sebze ekilirdi, asla sebze satılmazdı.

             Salatalık çok işe yarayan bir sebzeydi çünkü cacık yapılırdı bol bol, o tarihte tavuk eti çok lükstü, ben şahsen o yıllarda doyasıya tavuk eti yemedim, yoktu çünkü ve bu herkes için geçerliydi.

             Saç ekmeği yapıldığı gün, taze ekmek yağlandı, bu güzel bir gün demekti ekinciler için, yardımlaşma çok gelişmişti, komşu tarladaki ekinciler yemeklerini katarak sofrayı birlikte açarlardı.

              Suyu olan bir mevkii ise, orada ekin dermeye ne var derlerdi, başucunda buz gibi su, insan yorulurum mu hiç, köyümüzdü, mesela Mezralar ve Horhor pınarı mevkileri bunlardan biriydi.

              Bu gün bize kadar gelen bu cep telefonlu hayatın yakın zamanda hangi cenderelerden geçtiğini bilmek adına yazıyı nasipse sürdürmeye çalışacağız. Teşekkürlerimle...

 

Yazarın Diğer Yazıları