İlhami BULUT

KIRIK KALEM

İlhami BULUT

            Seçime daha altı aydan fazla bir süre varken; gırtlağımıza kadar siyasete girdik. Bütün sorunlarımızı sıfırladık; falan parti filan parti ile göz göze geldi, işmarlaştı, göz kırptı, kol kola girdiler, yeyip içip muradına geçecekler.

            Yemeğe oturup, elimize zar zor geçirdiğimiz kuru soğanı kıralım diyoruz, bu arada da memlekette ne var ne yok diye televizyonu açıp haberlere bakalım diye, sen mi açtı kutuyu.

            Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a girerken bu kadar haber olmamıştı sanırım, bu bir fetih midir, bu nedir böyle, yasalarla belirli herkes verilen görevi yapacak; Avrupa, Amerika’yı da mı görmüyoruz biz, seçime 10-15 gün kala siyasi pehlivanlar çıkarlar mindere, marifetlerini gösterirler sonra da insanlar gider tercihini yapar.

           Evinde işsiz iki fakülte mezunu olan bir ailede sen hangi siyasetten bahsedeceksin; geçim elinden inim inim inleyen asgari ücretliye hangi seçim paketi armağan edeceksiniz.

           Cami avluları, kahveler, sokaklar, caddeler, iş yerleri, uçaklar, vapurlar, taksiler, otobüsler her taraf tıklım tıklım siyaset taşıyor, sade bir vatandaş olarak üzüntümüzü kime anlatalım bilmiyoruz.

            İktidar muhalefet aynı kefede, bakın bu curcuna bir gündemde muhalefet bu ihtiyaç sahiplerinin hallerinden bahsediyor mu? Asla.

             İnanın ben siyasilere kusur izafe etmekte zorlanıyorum, bunu yapan bizleriz; Tunceli’den mebus seçilen Diyap Ağa Ankara’nın yolunu tutarken, seçmenleri der ki; ağa yağlı, ballı yere gidiyorsun, bozulmayasın, bizi unutmayasın.

             Diyap Ağa; ben kaymaksam siz de sütümsünüz, siz bozulmazsanız ben bozulmam. Der.

             Bu ülke ne çekiyorsa basından çekiyor; benim samimi görüşüm bu, 7 vatandaşımızın hayatını kaybettiği bir trafik kaza haberini, muhtemel bir İstanbul Belediye başkan adayı üzerinde durdurduktan sonra, haber olarak veren bir basın bu ülkenin gündemini belirliyorsa; bu basının vicdanı sorguya alınmalı demektir.

           Baştan sona kadar haberler siyasi; bu ülkede geçim derdi yok mu? Bu ülkenin edebiyatı yok mu? Bu ülkenin sağlık sorunu bitti mi? Ne kadar politize olduk biz böyle.

           Oysa herkes kendi işini yapsa; sap samana karışmaz, Avrupa Birliği’ne gireceğiz, lütfen bir bakın bu Avrupa ülkelerinde seçim nasıl yapılıyor, bir yıl önceden davul zurna ile mi, yoksa seçime beş on gün kala adaylar seçmenlerine söyleyeceklerini söyleyip sandığa mı gidiyorlar.

           Şimdi siyasilere sorsak; biz işimizi yapıyoruz derler, herkes işine baksın, ne diyebiliriz ki; bu ülkenin gündemini, basının kahır ekseriyeti olan bir bölümü ele geçirmiş, çalıp dönüyor. Vatandaşın çoğunu da bu gündemin bir piyonu olarak oynatıp duruyorlar.

            Öğretmenler gününü kutlarken; bu ülke; dünyada kitap okuma sıralamasında çok kötü bir yerde ve 81. Sırada niye bahsetmiyoruz niye, çünkü her şey siyasi girdaba girmiş, ego parlatmaya yönelik, göstermelik basit ritüeller haline gelerek, yapay beğeni ve alkışlarla kısılıyor gerçekler ve sesimiz.

            Öğretmenlerimiz konunun odağında yer alan masum bir insan faktörü, anıyoruz, seviyoruz, alkışlıyoruz. Peki; bu konunun ekseninde ne var, kitap var, kültür var, kültürün yüzü soğumuştur, kitap okuma oranı malum işte.

            Elazığ’da öğretmenler gününde bir etkinliğe katıldım, bir Prof. çıktı, hazirunun arasında bulunan bir öğretmenin elini öperek sizi örnek alarak yüksek başarıyı bulduk dedi. Varılan başarıda da ana kaynağın  ön düğmeleme ve saygı olduğunu ilave ettiler. Bulunduğu fakültenin dünyada kaçıncı olduğunu söylemeye gerek duymadılar.

             Söz sırası bana geldiğinde de, dedim ki; Türkiye’de kitap okuma oranı binde bir, bu oran Fransa’da yüzde on yedi, bu Fransa nasıl bir saygı formatı geliştirmiş ki, bu başarıyı yakalamış, demek ki; ön düğmelemenin dışında bir eksiğimiz daha var bu eksiğimiz ne, ne zaman bahsedeceğiz diye ilave ettim.

            Çatık kaşlardan başka bir şey göremedim.

            Ben de; Melih Cevdet Anday’ın “Şina Şinanay” isimli şiirini andıran bir şiirimi okuyarak indim. Alkış fena değildi. Egom pırıl pırıl oldu.

            Her şey siyasete paralel gelişiyor. Siyaset ise kitap okumaya endeksli. Okumanın yolunu bulamadık, bulamadık, bulamadık.

           Şehrimizden örnek verelim, elinde kitap olan birini göremezsiniz, ama, bir parti adayını açıklar açıklamaz, nereden hazırlanıyorlar, nasıl bir araya geliyorlar, anlaşılır gibi değil, bakıyorsunuz kornalı, zurnalı konvoylar, vücudunun ¾’ü arabının dışına sarkmış, en büyük,,,,,,,,,,,,,,,,,,

           Allah yardımcımız olsun.

           Biz inadına edebiyat diyelim, şiir diyelim. Kırık Kalem isimli şiirimle selamlıyorum sizleri. Başka ne diyelim.

/

Sevgili; himmet et, aç kolların; aşkla sana geleyim,

Dil-i şeyda için; kâm alıp; biraz da ben güleyim.

Melül oldum, gönül kafesinde bi hayli dura dura,

Hal-i ahvalin sorup; bilvesile de; yüzün göreyim 

*

Heyhat; meçhule doğru yol aldı, bizim gül i rana

Birkaç adım da olsa, dur; reftarına refakat edeyim 

*

Derler “Kamu bîmârına deva-yı derd eder ihsan” 

Bir neşter at, hal-i perişanıma; bari derdimi bileyim 

*

Kader gibi kapanmışım, ben bu aşkın bahtına, 

İcazetin yoksa şayet; ‘dur’ kapından geri döneyim 

Gelin asın; bütün vebalinizi İlhami’nin boynuna,

Kırın gitsin kalemini, artık kelam hakkı vermeyin…

 

Yazarın Diğer Yazıları