İlhami BULUT

İKİ KÖRÜN DOSTLUĞU

İlhami BULUT

Tevâfuk bir rastlantıyla yolları kesişen iki kişi; sanki göbekleri beraber kesilmişçesine bir muhabbete girişirler ki sormayın;              Birbirlerine isimlerini bile söylemeden; kimlik bilgilerini merak etmeden, ayaküstü deruni bir sohbete müracaat ederler.               Biri diğerine, dostum der; yeryüzüne ne kadar gam keder gelmişse, tamamı bu fakirin omuzunda; bakar gözümü kör ettim ben.               Biraz anlatır mısın dostum nereden gelip nereye gidiyorsun, nedir bu derinden ah çekişin senin.               Arkadaş; akla karayı seçiyorum, nereden başlayayım bilmiyorum ki, işim gücüm pirinç renkli taşları pirinçten ayıklamak.                Özür dilerim dostum, gözlerin fıldır fıldır ama sahi sen görmüyor musun?                 Ben bakar körüm, işimde körlüğümden başka bir şey lezzet vermez bana;                  Biraz açar mısın ne demek bu;                  Benim de temayülüm olur elbet, şöhrete, paraya, zevk-ü sefaya.                   Seni alıkoyan ne; hadım mısın; midende ülser mi var. Nedir derdin senin.                   Kapıma gelen biri kardeşim biri de düşmanım olsa ikisini de müsavi karşılamam gerek, hep kendimden yontarak yaşıyorum.                   Allah Allah yahu sen in misin, cin misin?                    Ben mi? Ben; Boy-pos, zengin-fakir, zenci- beyaz, güzel- çirkin, akraba-yabancı, bilgin-cahil, cömert-cimri, kadın-erkek hepsi bir bana, zevk körlüğü başladı bende.                    Vallahi senden zarar gelmez dostum, senin eline bir kılıç vermek gerek.                    Neyse sen boş ver beni; sen nereden gelip nereye gidiyorsun, sen de benim gibi körsün galiba, biraz kaba oldu ama kusura bakma.                    Yok yok kusur işlerine bakmam ben, baksam zaten böyle kör olmazdım.                    Geçmiş olsun, nasıl oldu bu iş.                    Tabip kalmadı gittim ben, kimi bu körlük akıl hastalığından kaynaklanıyor dedi, kimi de ben de anlamadım dedi.                   Benim hastalığımı anlatmak için yeryüzünde var olan dillerden farklı bir dil gerek onu da ne ben anlatabilirim ne de sen anlayabilirsin.                   Pardon ama senin de gözlerin açık; göz kapakların, sağanak yağmurdaki cam silecekleri gibi çalışıyor, sen neyi görmüyorsun, neyi görüyorsun sahi şimdi.                   Sen, gerçekten beni görmüyor musun?                   Ben gönlümdeki aynadan görüyorum. Eline kılıç verdim diye diklenme çok.                   Ne güzel konuşuyoruz, diklendiğim falan yok. Benim yerine göre dalgalı bir ses tonum vardır. Hem sütlaç hem kırbaç gibidir.                   Benim sesim de güle yakaran bülbül gibidir.                   Neyse ses yarışması yapmıyoruz burada.                   Biraz konuyu değiştirip senin sesini sütlaca çevirmek gerek, sen Hallacı Mansur’u bilir misin.                  Benim Adem’den beri bilmediğim, tanımadığım yoktur.                  Aynı babada buluşturdun bizi, zeki birisin sen.                  Sen de bilir misin Adem’i.                  Adem daha kalıba dökülmeden ben Havva’nın sal tarafındaydım.                  Yaşın ortaya çıktı, benden daha moruksun.                   Kırbacı eline erken alıyorsun, niye öyle hitap ettin bana.                   Bilmiyorum kanım kaynadı sana.                   Şaka bir yana sahi senin tevellüdün benden eskiymiş.                   Ben Kabil’in Habil’i cinayeti ile işe başladım, o gün bu gün çalışıyorum.                   Sakın emekli olma.                   Şimdi kimse iş vermez sana.                   Sahi sen benimle konuşurken aklın nerede, sanki başka biriyle konuşuyor gibisin, sen benim işimi bir saat bile yapamazsın                    Sen benim işimi yapabilir misin? Sanki.                    Sahi senin adın neydi.                    Benim adım ADALET                    Benim de AŞK……  

Yazarın Diğer Yazıları