İlhami BULUT

HATANI HATIRLATANA HÜRMET ET

İlhami BULUT

Atalarımız; tıpkı trafik ışık ve levhaları gibi,  çok değerli hayat işaretlerini, bizim yaşam yoluna ara ara dikip gitmişler.

                   Biz bunları görüyor muyuz, okuyor muyuz, bilmiyorum.

                   Eğer acı söz duymuyorsan ya dostun kalmamış ya da gerçek dostlar senden uzaklaşmış, ulaşamıyor demektir.

                   Dünyaya gelen herkesin kendince bir yaşam alanı ve çapı var, kimi kendi halinde, etliye sütlüye karışmadan sessiz sedasız yaşar gider. Fazla içtimai hayata dalmaz.

                  Kimi de var ki; kamu görevi deruhte eder, toplumun vebalini sırtına alır, elbet buna paralele kendisine yetki ve olanaklar verilir.

                  Daha ziyade bu ikinci kategoride yer alan insanların çevresini şehvetli bir menfaat çemberi sarar.

                    Çoğu kez gerçek dostlar bu çemberi yarıp, kulağa dostça bir şeyler fısıldama olanağı bulamazlar.

                   ‘Hatanı Hatırlatana Hürmet Et’ bu günkü eleştiri kavramına tekabül eden altın değerinde atalarımızdan kalma bir söz.

                                                 ***

                   Tabi ki kamu görevi deruhte etmek herkesin kârı değil, bu hakkı teslim etmek gerek.

                                                    ***

                 İhtirasla yola çıkan üç arkadaşın önüne geçen piri fani bir yaşlı; oğul der, bu yola çıkmışsınız, bu yolu başa götürürseniz sonunda esenlik vardır, manevi bol kazanç vardır.

                 Bu yola revan olmuşsunuz; ileride acıkabilir, yolda sıkıntı çekebilirsiniz siz siz olun, yolunuza çıkacak semiz fil yavruları olur onlara ilişmeyin annesi gelir size zarar verir der. Gider.

                Üç arkadaş yollarına devam ederler; iyice acıkır bir vahaya konaklarlar, yanlarında yeterince yiyecek yok, bu arada bir fil yavrusu gelir.

                Üç kişiden ikisi ittifak ederler fil yavrusunu kesip yemek için, üçüncü kişi muhalefet eder. Arkadaş der o yaşlı adamın bir bildiği var ki bizi uyardı ben bu işte yokum diyerek çekilir kenara.

                Diğer ikisi, söz gelişi söyledi o yaşlı, fil nereden gelip sana ne yapacak gel yemene bak diyerek fil yavrusunu kesip afiyetlenirler.

                 Fil yavrusunu haksız yere lokma eden iki kişi horul horul rehavet uykusuna dalarlar. Üçüncü kişi aç olduğu için uyuyamaz öylece bakar kalır gökyüzüne;

                Çok sürmez, gök gürültüsü desibeline yakın bir gürültüyle dağ gibi bir fil, ortalığı tozu dumana katarak yeri yara yara gelir, dikilir yolcuların başına.

                Semiz yavrusunun kızarmış et kokusu genzine dolmuş deliye dönmüştür, hortumunu sallayarak uyuyanların nefeslerini koklar bakar ki yavrusu midelerinde.

                O fil, dişini takar adama öyle bir savurur ki filin onlarca metre arkasında paramparça olur, diğerine de aynı işlem yapan fil.

                Üçüncü yolcunun yanına yaklaşır, adam korkudan zangır zangır titremektedir.

               Fil adamı bir koklar iki koklar bakar ki temiz, hortumuyla yanaklarına bir iki usul usul dokunarak teşekkür edercesine temiz lokma sahibini kutlar gider.

               İşte yola çıkan üç yolcudan ikisinin sonu bu olur.

               Mevlana bu olayı mesnevisinde haramın insan kursağında durmayacağını buna benzer bir şekilde hikâye ediyor.

              Bir bildiği var elbet.

                                               ***

              Hatamızı hatırlatan olsa da hürmet etsek...

Yazarın Diğer Yazıları