Faruk YILDIZ

DEVLETİN VE TOPLUMUN YENİDEN YAPILANDIRILMASI (3)

Faruk YILDIZ

Bütün bunlardan öte askeri vesayetin devletin üzerine çöken egemen gücü Tanzimattan beri süregelen devleti bazen dolaylı bazen de doğrudan yönetme arzusu hiçbir zaman dinmedi. Çoğu zaman da diğer vesayet kurumları ile işbirliği yaparak milli egemenliğin temsilcisi olan parlamentoyu sembolik bir hüviyete düşürmekten çekinmedi. Vesayet kurumlarının her biri kendi alanında yasalara dayanarak  ayrı bir güç mekanizması geliştirince ana hatlarını çizmeye çalıştığımız kurumsal felsefeden yoksun bir şekilde oluşumunu tamamlamıştı. Erkin gerçek sahibi ve tek hâkimi gibi görünen devlet içerisinde bu kez eşgüdümlü  bir yönetme arzusu işleyişi ortadan kalkıyordu. Gücünü kendi eliyle oluşturduğu  birden fazla vesayet kurumu ile paylaşmak zorunda kaldığını fark eden devlet ise anayasa gereği bu gücün tekrar kendi elinde toplanmasını sağlayamıyordu. Çünkü oluşan bu vesayet kurumları kendini koruma refleksini hem siyasi hem de anayasal kalkanlarla kendi dışındaki unsurlarla sağlamayı başarmıştı. Bu noktadan sonra devlet erkinin kontrolü kaybettiğinin anlaşılması ortaya çıkan temel sorun olarak karşımızda duruyordu. 1960 darbesi ile yeşeren ve 1980 darbesi ile de iyice  evrilen vesayet kurumları toplumun önemli bir kesimini(!) ötekileştirerek toplum içerisinde ideolojik ve inanç ayrışmalarına neden oldu. Toplumsal barışın kaybolduğu bir ortamda yağma dürtüsü ile hareket eden bu burjuva sınıfı maddi ve manevi olarak  devletin önemli kurumlarının içini boşaltmakta bir an olsun tereddüt etmedi. 

Çok da uzun sayılmayacak bir zaman diliminde ülkenin bütün bakîr kaynakları bu burjuvalar eliyle kendi oluşturdukları küçük ve bir birinden bağımsız ancak aynı misyon birlikteliğinde olan  klikler arasında bölüşüldü. Özellikle Turgut Özal'la başlayan ekonomi büyüme ve serbest piyasa ekonomisinin beraberinde getirdiği ekonomik düşünce paralelinde inanç vs. gibi  düşünce aksiyonları da kendi varlık sebeplerini ekonomik sosyal ve kültürel anlamda inanç değerleri üzerinden anlatmaya başladılar. Aynı inanç potası içerisindeki bu topluluklar ekonomik büyümenin paralelinde kendi içinde sekülerleşerek farklı farklı gruplara ayrılarak kendi özerkliklerini birer birer ilan ettiler. Cemaat adı altında örgütlenmek suretiyle toplumun farklı kesimlerinde etkili olmaya başladılar. Bu büyümeyi farkeden siyasi örgütlenmeler de bu yapıların nüfuzundan yararlanmayı iktidara giden yolun bir aracı olarak gördüler ve onlara  meşruiyet kazandırarak devletin ilk önceleri küçük ve önemsiz gibi görünen imkanlarından yararlandırdılar. Eğitim,  sağlık gibi yatırım fırsatları vererek onların da kalkınmaya katkı sağlamalarını istediler. Özellikle özel teşebbüs konusunda yasal değişiklikler yapılarak bu anlamda ekonomik büyümeden önemli paylar elde etme fırsatı yakaladılar.
Zaman zaman kendi içerisinde en güçlü olma mücadelesine bile giren bu inanç temelli yapılar yeri geldi birbirlerini mürtedlikle suçladılar. Hatta daha da ileriye giderek suikastler, faili meçhul cinayetler ve medya üzerinden itibar suikastciliği bile yapmaktan utanmadılar. 
Kendilerini İslam Toplumunun tam merkezine koyan ve kendilerini  ( Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ' in dediği gibi ) hakikat zannetmeye kadar işi götürdüler. Bu arada yıllık cirolarını yaptıkları ticaretle,  aldıkları sadakalarla, ( kurban, fıtır sadakası, güya sözde öğrenci bursları vs.) halisane duygularla yapılan aynî ve nakdi  bağışlarla beşe ona katlarken artık kafalarında gizli kalmış  duyguların depreştiğini yavaş yavaş hmeye başlamışlardı. 

Öyle ki ülkenin bütün kurumlarına nüfuz etme dürtüsü onların en güçlü olma arzularının bir yansıması olarak ortaya çıkarken de siyasal örgütlerin içindeki aktörler aracılığı ile siyaset kurumunu dizayn etme hakkını kendilerine verdiğine bile inanmışlardı. 
Siyasal erkler ideolojisi ne olursa olsun bir inanç felsefesi etrafında palazlanmış cemaatsel grupların siyasal desteğini alma uğruna birçok kere bunları siyasal amaçları için kullanmaktan çekinmezken aslında bunları siyaset mekanizmasının içine çektiklerinin farkında değillerdi. Adalet Partisi ile başlayan bu akım özellikle Süleyman Demirel döneminde pratikleşerek Turgut Özal ile vesayet kurumları içinde örgütlenmesini hızlandırmıştı. Devletin diğer kurumlarında ise örgütlenmesine zaten siyaset kurumu dolaylı da olsa göz yummuştu karşılıklı çıkar ilişkilerine bağlı olarak. 

İlk zamanlarda toplumun milli ve manevi değerlerini yükseltmek ve yozlaşan ve yalnızlaşan gençliğimizin ahlaki değerlerimizle buluşmasını sağlamak iddiası ile yola çıktıklarında toplumun önemli bir kesimi tarafından takdirle karşılanmış ve bu idealist yaklaşım karşında devletin yönetim erkleri içinde (yasama, yürütme ) kendilerine sempati duyan gruplar oluşturmuşlardı. (Ki Adalet Partisinden bu yana gelen bir anlayış )

Aslında geçen zaman içerisinde bu iddialı  ideallerini gerçekleştirdiklerine şahit olunmuştu. Özellikle yapılandırdıkları eğitim kurumları,  öğrenci yurtları ve öğrenci evleri adı altında bu misyonlarını büyük ölçüde gerçekleştirdikleri söylenebilir. 
Ancak serbest piyasa ekonomisinin beraberinde getirdiği ticaret ağı bu tip dini örgütlenmelerin idealizm dürtüsünden sıyrılıp basit ve kolay yollardan para kazanmanın hırsına kapıldılar. Eğitim sektörü dışında bu kez sağlık turizm gıda ulaşım gibi sektörlere girerek büyük cirolara ulaşan dev  şirketlere,  holdinglere  dönüşen bir realite haline geldiler. Ekonomik alanda oldukça büyüyen bu sözde  dini  örgütlenmeler tam anlamıyla  muhafazakâr kimliği olan ve bütün vesayet kurumlarının beklemediği bir başarı ile Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 de  iktidara geldiğinde inançlarından almış oldukları referansla bu kez bu dini örgütlenmeler ( cemaatler ) bürokrasi içinde önemli noktalara gelerek daha fazla büyümenin önünü açacak yolları bir bir aralamaya başladılar. Tabii ki bunu yaparken bazı siyasi aktörleri(!) kendi medya araçları ile parlatarak onları siyaset çarkının önemli dişlileri haline getirmek cemaatler için çok önemlidir. 
FETÖ / PDY de bu yapılar içinde yukarıda çerçevesini çizdiğimiz bilgiler ışığında devlet erkinin bütün imkânlarını en etkili şekilde kullanan yapı olmuştur. Takiyyeyi çok iyi bir şekilde kullanan FETÖ kendi  eğitim kurumlarında eğitip yetiştirdiği devşirmelerle otuz yıl içinde  devletin bütün hücrelerine sızmayı başardı. Hatta bu devşirmelerle siyaset mekanizmasının önemli ayaklarını bile kontrol etme marifetini bile gösterdi. 
İktidarlarla her zaman takiyye politikaları sayesinde iyi geçinmeye özen gösteren üçüncü bin yılın en büyük bu  ihanet şebekesi daha çok koalisyon hükümetleri dönemlerinde mevcut siyasal yapının kırılganlığını çok iyi kullandı. Hatta öyle zamanlar oldu ki ideolojik olarak taban tabana zıt kutuplarda bulunduğu siyasi partilere ( Bülent Ecevit'in DSP'si) destek olmaktan bile çekinmedi. Oysaki sosyolojik olarak bu durum değerlendirildiğinde eğitimli,  nitelikli ve yeri geldiğinde radikal Müslüman görünen bireyin ideolojik akımların solunda duran bir siyasal hareketi desteklemesi düşünülemezdi. Biat kültürünün getirdiği tam  teslimiyet ve en önemlisi de bireysel şuur kaybı bu yapının tabanında ki üçüncü bin yılın gördüğü  en büyük hain işbirliķçi FETÖ örgütünün elebaşısı için üretilen sözde mucizevi hikâyelerle desteklenen iğrenç hayatının da en baş köşeye oturtulması ile artık senaryo  hazırdı. 
CIA, MI6, MOSSAD gibi istihbarat örgütlerinin maşası haline gelen  FETÖ çok kısa bir zamanda dünyanın yüz yetmiş bir ülkesinde okullar açarak İslam düşmanı bu  istihbarat kuruluşlarına siyasi,  sosyal ve ekonomik alanda bilgi akışı sağlıyordu. Bulundukları ülkenin bürokrasinin kahir ekseriyetle bürokrat ve iş adamlarının çocuklarını okullarında eğiten bu yapı kullandığı şantaj yöntemleri ile de kendisi için iltimas sağlarken bu istihbarat kuruluşlarına da çok önemli ülke sırlarını aktarıyordu. Zaman içinde bu sırlar o ülkelerde darbe ve algı operasyonları neticesinde kullanılarak iktidar değişiklikleri sağlamak için kullanılıyordu. 
Kendi anavatanlarında takiyye yaparak büyük bir gizlilik içinde yürüttükleri üçüncü bin yılın en büyük ve en alçak ihanet senaryosunu 15 Temmuz 2016 da oynadıklarında büyük Türk Milletinin tepkisini ölçememişlerdi. 
Modernleşme sürecini çok hızlı  yaşadığımız bu çağda toplumumuzun da buna ayak uydurduğunu zannederek bu alçak kalkışmayı gerçekleştirdiklerinde büyük milletin büyük sillesi enselerinde patlayıverdi. 
Evet darbe büyük bir soğukkanlılıkla püskürtüldü. İhanet edenler derdest edildi. Sükunet sağlandı. 
Artık bundan sonrası devletin bu şekilde tökezlenmesinin sebepleri üzerinde sağlıklı bir şekilde kafa yormak olmalıdır. Bütün kurumları ile Yeni Büyük Türkiye'nin inşasına doğru yürürken kendi iç dinamiklerimizin farkına varıp öncelikle devlet kurumunun felsefesi tamamen milli  ama modern bir şekilde yapılandırılmalıdır. Kurumlar da adalet liyakat ve hakkaniyet ölçülerinde yine kurumsal felsefe ilkelerine bağlı kalınarak yeniden yapılandırılmalıdır. 
Toplumun bütün katmanlarını aynı payda da buluşturan bir koruyucu ve kuşatıcı bir o kadar da özgürlük adalet ve eşitlik gibi evrensel değerler üzerine insan onurunu oturtarak Yeni Büyük Türkiye hayalini gerçekleştirecek adımların tez zamanda atılması kaçınılmaz olmuştur. 
Özellikle bundan sonraki dönemlerde FETÖ gibi yapıların bir daha palazlanmaması adına devlet kurumları kendileri ile bu yapılar arasına keskin çizgilerle bir set çekmelidirler. Yeni bir İmparatorluk  (!) serüveni başlatmak istiyorsak öncelikle devleti profesyonel anlamda yönetecek mekanizmaları da bir o kadar titiz seçmeliyiz. Bu tip  örgütlenmeler zaman içerisinde güçlendiklerinde mevcut otoriter yapı içerisinde özerk hareket etmeye bile cüret etme noktasına getirmişlerdir işi. Örneğin dokuzuncu yüzyılda Yakup bin Lays'ın İslam altın çağını yaşarken bile müstakil bir devlet kurduğunu  unutmamak gerekir.  Ya devlet başa ya kuzgun leşe. Kalın sağlıcakla. 

Yazarın Diğer Yazıları