Faruk YILDIZ

DEVLETİN VE TOPLUMUN YENİDEN YAPILANDIRILMASI (2)

Faruk YILDIZ

Aslında önemli birçok ayağı bir araya getirmeyi başarmışlardı. TSK içinde önemli bir çok unsuru ki özellikle Hava Kuvvetleri ve iç güvenlikten sorumlu Jandarma Komutanlığını ile silahlı kuvvetlerin içinden deniz ve kara gücünün hatırı sayılır bir bölümünü büyük bir istihbarat ağı kullanarak da ikna etmeyi bilmişlerdi . Ancak milletin tepkisini ve silahsız olan cesur müdahalesini hesaba katmayarak işbirlikçiler açısından büyük bir kumar oynamışlardı. Aslında onların bu alçak ve canice  planlanan bu darbe girişimini  bozan yegane şey planlanmış zamanda gerçekleştirilmesini sağlayamayıp insanların sokakta olduğu bir saatte yapılmaya mecbur kalınmasıydı. Geç de olsa elde edilen istihbarat bilgileri ve MİT ve Emniyet Teşkilatı gibi önemli kurumların harekete geçmesi bütün planları alt üst etti. Halkın tepkisinin de hesaba katılmaması işin boyutunu ve rengini oldukça değiştirmiş; TSK içerisinde komuta kademesi içinde önemli kopmalara neden olmuştu.
Özellikle Türk milletinin tamamının sokaklara dökülerek koyduğu tepki karşında psikolojik olarak büyük bir darbe alan PİÇ, kendi içinde lojistik desteğini de yitirince moral çöküntüsü içinde bu kez insanları katlederek içinde bulunduğu psikolojik  ruh dünyasını dışarı yansıtıyordu.
Batı ise  kurguladığı büyük oyunu tutmayınca yaptığı mesnetsiz açıklamalarla iyice küçülmüş ve  büyük bir yenilgi psikolojisiyle adeta bu işin kendileri tarafından organize edildiğini ilan etmişti.
İçinde bulunduğu doğal stratejik konumu gereği gelecekteki yılların ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda dünyanın önemli bir bölümünün hamisi olma yolunda mütevazi bir şekilde ilerlemesini sürdüren Türkiye özellikle üçüncü bin yılın başlarında  tüm dünyanın dikkatini üzerine çekmiş en ilginç olanı ise İslam coğrafyasındaki halkların büyük teveccühüne mazhar olmuştu. Sosyolojik değerlendirmelere göre halk desteği siyasi organizasyonları iktidara taşımanın en önemli aracıdır. Yani halkın desteğini alan güç odakları yönetme kabiliyetini daha çabuk harekete geçirirler. Daha anlaşılır olması düşüncesiyle Konfüçyüs 'ün bir sözünü hatırlatmak gerekir. "Halk desteği olmayan iktidarlar er ya da geç düşer " diyor Konfüçyüs. İşte bütün bu önermeler nazariyesinde 2002 den bu yana Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarının uyguladığı politikayı doğru analiz edersek Batı'nın neden Türkiye üzerinde bu kadar çok  yoğunlaştığı sanırım daha iyi anlaşılabilir.
Kendi halkının desteğini görülmemiş bir şekilde alan bir liderin ki tarihi gelenekleri içinde değerlendirilecek olursa bulunduğu Ortadoğu coğrafyasında tamamına yakını dikta rejimlerden oluşan devletçiklerin bir önceki yüzyıldan itibaren İmparatorluk sınırları içerisinde olduğundan hareketle ümmet bilincinin tekrar yeşermesinden endişe duymadıklarını iddia etmemek büyük bir saflık olur. Dikta rejimlerin yıkılması ve demokratik seçimlerle iş başına gelen yönetimlerin olması İslam coğrafyasında Batıya karşı yeni bir İslamın Altın Çağı dönemin benzer bir gelişmeyi beraberinde getireceği fikri küresel güçlerin endişe duymalarına yeter de artar bile.
Bu endişeyle birlikte üçüncü bin yılın başında küresel  siyasi ve ekonomik dengelerin ekseninde kaymalar olacağını Ak Parti iktidarı ile yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ortaya çıkan ekonomik parametrelerle daha iyi anlayan Batı tarihsel mirası gereği İslâm 'ın yeniden dünya üzerinde siyasal ve ekonomik anlamda bir aktör olmasını sağlayacak yegane potansiyel gücün Türkiye ve dolayısıyla Recep Tayyip ERDOĞAN  olduğunu da biliyor. Özellikle İslam dünyasının kurumsal anlamda kurulacak bir organizasyonla lideri konumuna yükseltilecek olması ihtimalini Recep Tayyip ERDOĞAN 'ın şahsında gören küresel güçler Syks Picot Anlaşması ile amaçlarına tam anlamıyla ulaşamadıklarını anlamış olmalılar ki alalacele bölgesel müdahaleler yaparak modern  sömürü düzenlerini temellendirerek gelecek için kurguladıkları senaryoları uygulamaya koymaya kalkıştılar. 
Bütün bu nazariyeler ışığında içinde bulunduğumuz üçüncü bin yılın siyasi ve ekonomik dengelerinin değişmesi için yeni bir yapılanmaya ihtiyaç olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. İmparatorluk bakiyesi üzerine oturmuş bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geleneksel devlet düzeni içinde çok da fazla değişikliğe gitmeden var olan düzeni devam ettirmeyi sürdürmesi elbette hakim unsurları koruma refleksinden öteye götüremedi toplumu.
Cumhuriyetle birlikte yeni devletin kurumları oluşturulurken aslında hem geleneksel devlet yapımızın kültürünü koruyarak sadece zamana uyarlanması sağlanmıştı. Her ne kadar rejim değişikliğine geçilse de bu geleneksel yapı varlığını sürdürmeye devam etmişti. Daha açık bir ifadeyle devlet kurumsal yapısını oluştururken bu yapıyı bir felsefeye dayandırmadan şekillendirme yoluna gitmişti. Kurumsal felsefe eksik kalınca devletin bütününe sirayet eden bir nitelik bozukluğu nüksede nüksede devletin bütün hücrelerinde kronik bir hastalığa dönüştü. Özellikle otokratik askeri vesayet düzenini bir türlü parlamenter sisteme adaptasyonunu sağlayamayan yeni devlet anlayışı bunun çok daha ötesinde bu tip vesayet kurumlarını zaman içinde çoğaltarak sadece sembolik nitelikte kaldığına inandığımız parlamenter demokrasiyi iyice budadı. Yüksek Askeri Şura,  Anayasa Mahkemesi, HSYK , YÖK  gibi kuruluşlarla bir bakıma parlamenter sistem üzerinde farklı alanlarda vesayetler oluşturdu. Süreç içerisinde yasalardan almış oldukları güçle iyice gücünü pekiştiren   bu vesayet kurumları aynı zamanda kendi burjuvasını da oluşturmaktan kaçınmadı. Burjuvaziden de öte bir hanedanlığa benzer bir işleyişe büründü. Devamı Pazartesi….
 

Yazarın Diğer Yazıları