Faruk YILDIZ

DENEMELER(İM)

Faruk YILDIZ

 

KELİME(LER)

İnsan için bir zırh, bir kalkan, bazen de ruhun iksirdir kelimeler. Kılıç gibi keskin olabilirken

bir kadife gibi de yumuşaktır.

Can yakarken cana can da katar kelimeler.

Tebessüm ettirir, heyecan verir, mutlu eder, eğlendirir.

Alaycıdır kimi zaman, kimi zaman da kararlı ve ciddi.

Hoyratlık olsa da bazen gönül almayı da bilir kelimeler.

Çoğu zaman yorar insanı. Heyecanını, hevesini kırar insanın.

Dil söyler kırılır insan, dil söyler güler insan.

Bazen dilde yarım kalır, yâr kalır, yara kalır kelimeler.

Çünkü kelime dildir, dil de kelime...

 

ÇIPLAK KRAL

Çoğu zaman ifadeler, düşünceler çok incitici, yaralayıcı, yıkıcı ama bir o kadar da hakikat

saklı olabilir.

Susmaya dili varamıyor insanın. Haksızlık, adaletsizlik ve düzensizlik karşısında birilerinin

"artık yeter" diyeceğini beklemek Kaf dağına gitmek gibi bir şey.

Herkes var ama hiç kimse yok.

Hiç kimse yok ama herkes var.

Cismi var ama kendi yok.

Adam sanılan yığınların insan suretine girmiş birer belhüm adal olduğuna üzülerek de olsa

şahitlik edilen hazin bir zaman.

Her yıkımın bir zafer, her zaferin bir yenilgi diye tanıtıldığı ve gün geçtikçe irtifa kaybeden

 Ortaçağvari bir düşünce bağnazlığı yansıması.

Herkes devşirebileceği çıkar, makam nispetince samimi görünmekte.

Sultanın saltanatı bitince madrabazlar için yeni sultanlar bulmak da pek kolay oluyor.

Dalkavukluk olunca kralın soytarısı unvanını almak riyakârlar için çok da zor değil.

Asıl marifet kralın soytarısı olmaya talip olmak değil kral çıplak diyebilmeye talip olmaktır.

Kendi kralını yaratan toplum, kendi kralına çıplaksın diyebilme erdemini de gösterebilmelidir.

 

KÜÇÜLEN İNSAN

Yaşları ilerlemiş olsa da kimilerinin kundaktaki hâlleri yine de devam eder. Kendini fikren,

bedenen ve ruhen bir kurtarıcının (!) refakatine mecbur hissetmek.

Aklının ve ruhunun boşluğunu, yetersizliğini bir şeyhin (!), bir öncünün(!) riyasetinde örtmek,

örtünmek; onun sanal gölgesine sığınarak kendini adanmış bir adammış sanmak.

Siyasetçisi, sivil toplumcusu, rüsum cenahı, amiri, memuru kim varsa hepsi otoriteye, makam

 ve sermaye sahibine(!) karşı beklenti uğruna boyun eğmek, küçülmek, küçültmek.

Bilginin ve bilgenin, haklının ve hakikatin arkasında durmak yerine güçlü cahilin yanında

yine beklenti uğruna durmayı tercih etmek.

Zaman ilerledikçe ve bilinmezler bilindikçe, karanlıklar aydınlandıkça, bilgeler çoğaldıkça

insanlığın onuru olan ve erdemin vasıflarını şekillendiren kavramlar değerini kaybediyor.

Toplum ve devlet üzerinde hâkimiyet kuruldukça bu değerlerin varlığı daha çabuk

unutuluyor.

Adalet bizdense hatırlanıyor; suçlu bizden olmadığı için her koşulda cezalandırılıyor.

Dün, liyakat ve ehliyet önemsenirken; kırbaç elimize geçince bu erdemli kavramlar

anlamsızlaşıyor.

Oysaki insan, nefsinin menzili kadar insandır.

Nefsin mesafesi küçüldükçe büyür insan, büyüdükçe de küçülür.

 

Yazarın Diğer Yazıları