Zamanımızda sermaye, nüfuz ve sahip olunan konumun düşünceye karşı galip geldiği şeklinde bir algı vardır. Kısa vadede geçerliliği kabul edilse de belli bir zaman diliminden sonra doğru olduğuna inanılan bu anlayışın geçersiz ve tutarsız olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Kişinin siyasi etkinliğini yitirmesi ya da yaslandığı siyasi otoritenin adalet, hakikat ve erdem gibi insanlığın yüksek değerlerine sarılmasıyla birlikte; hâkim otorite vasıtasıyla belli kişilere sadece menfaatler zinciri üzerinden yüklenen itibar, saygınlık ve yetkinlik gibi (aslında kendisinde bulunmayan özellikler) “inandırılmış aldatıcı varlık olgusu güdülenmesi’nin doğal olarak ortadan kalkmasıyla kişiye sermayesinin, konumunun ve mevcut iktidar gücünün kendisine süreli bir itibar ve saygınlık kazandırdığını anlamasını ve aynı zamanda toplumdaki yerini de işaret etmiş oluyor aslında.
Bugün tarihin tozlu sayfaları karıştırıldığında liderlerin ve fikir adamlarının güçlerini bilgeliklerinden ve ortaya koydukları düşünce ve stratejilerden aldıkları anlaşılıyor. Yeryüzünde istisna yoktur ki hiçbir lider ya da fikir insanı gücünü sermayesinden ya da siyasetin kurduğu otoriteden alsın. Para ve siyasi güç kişiye ya da zümreye elbette süreli bir itibar, saygınlık ve güç kazandırır. Ama bunlarda toplum nazarında hep kötü karakterler olarak anılırlar.
Hülasa; özü itibariyle düşünce ile sermaye ya da politik güç kavgasında öyle ya da böyle her zaman kazanan itibarını, saygınlığını ve de etkinliğini hiçbir zaman kaybetmeyen düşünce olmuştur.
Siyaset sosyolojisi olarak ele alınırsa bürokrasi üzerinden ve kamunun işleyişi gereği avam, yani halk katmanları; menfaatler gereği mevcut hakim otoritenin gücü elinde tuttuğu süre müddetince gücü elinde tutana büyük bir saygınlık ve itibar yükler. Bütün toplumlar için geçerli olan bu tez, toplumun düşünen, entelektüel ve elit tabakasında hiçbir zaman karşılık bulmaz. Çünkü bunun geçici bir anlam yükleme olduğunu bilir.
Otoritenin gücünün arkasına saklanan kişi zorbalık ve patavatsızlık gibi ilkel davranışlar sergiler o süreçte.
Toplumun belli kesimlerini temsil eden sivil toplum örgütleri temsilcileri de belli bir entelektüel birikime ve erdem gibi yüksek değerlere yeterince sahip olmadıkları gibi bu ilkellikler karşısında sessiz kalmayı tercih ederler.
Oysaki her şehrin ya da toplumun kaderiyle oynama fırsatı yakalayan güruhu teşhir edip toplumu aydınlatmak her sivil toplum örgütünün ve entelektüel düzeyde her bireyin temel görevidir.
Bir ülkede ya da toplumda fikir adamları hakikat karşısında susuyorsa o ülke ya da toplum manen mütecavize teslim olmuş demektir.
Bir şehri ya da toplumu bütün kurumlarıyla kaderine terk etmek sivil toplum örgütlerinin ve düşünce adamlarının işleyeceği en büyük cinayettir.
Şehirler ve toplumlar bilgelerin ve gerçek liderlerin şefkatli kollarına emanet edilmelidir.
Onun için, asıl dava adamı hakikati muhataplarına yerinde ve zamanında yüzüne karşı yüksek sesle haykırandır. Her şey değersizleşip yok olunca haykırmak dalkavukluğun en dip halidir.
Kalın sağlıcakla.