Cengiz GÜLAÇ

YATAĞIMI TOPLAMAYIN!

Cengiz GÜLAÇ

Benim en sıkı okuyucularımdan birisi babamdır. Zaman zaman yazdığım yazılar için birlikte istişare ederiz. Bana hikâyeler anlatır. Keşke yazında şu konuya da değineydin diyerek, sohbete sebep yeteneğin eser sahibi olmasının verdiği tasarruf hakkını kullanır!

            Babamdır, ne anlatsa güzeldir benim için. Dinlerim, güler geçeriz…

            Geçen gün büroma gelmişti. Olup biten hakkında konuşurken bana nasihatler etti. Sonra da bir hikâye anlattı. Çok hoşuma gitti. Sizlerle de paylaşmak istedim.

            Evvel zaman içinde ondan sonra, kalbur saman içinde ondan sonra! Develer genel yayın yönetmeni, pireler senarist iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken ondan sonra…

            Namlı bir kabadayı varmış. Hani şu eskinin ilke sahibi olan, garibanın hakkı için canını ortaya koyan mert kabadayıları varmış ya, onlardanmış.

            Bizim kabadayı cezaevindeymiş. Tahliye günü gelmiş. Koğuştakiler sırayla elini öperken milletten helallik istemiş ve yatağını toplamamalarını emretmiş.

            Hayırdır baba diye merak edenlere; “Dışarıda birkaç tane gayri sahih nesepli kişi var. (Ahlaka ve adaba mugayir olmasın diye medeni hukuktaki ifadeyi kullandım. Artık argo lügatiniz ve hayal dünyanız size kalmış!) Onları da bir temizleyip geri geleceğim.” demiş.

            Dedim ya, adam harbi kabadayıymış. Birkaç gün geçmemiş ki, koğuşa geri dönmüş. Sözünü tutmuş. Memleketi birkaç gereksizden kurtarmış. (Öldürme anlamında değil. Hikâye bu. Öldürmeyi meşrulaştırma amacım yoktur.)

            Günler geçmiş, bizim kabadayının tahliye günü yine gelmiş. Milletle sırasıyla helalleşirken sormuşlar; “Baba yatağın kalsın mı?”

            Kabadayı iç çekmiş. “Boş verin, toplayın gitsin. Dışarısı gayri sahih nesepli dolmuş. Hangi birini temizleyeyim?” demiş.

*****

            Bu hikâyeyi niye mi anlattım?

            Bilmiyorum, içimden geldi!

            Yoruldum galiba…

KÜRŞAD OLMAK

            Şu bizim medya hallerine bakınca aklıma nedense hep Kürşad’ın kırk arkadaşıyla Çin sarayını basması olayı geliyor.

            Korkmamak, güce boyun eğmemek, teslim olmamak…

            Gazetecilik veballi bir iştir. Kamunun hakkını koruyup, güç karşısında boyun eğmeden gerçekleri söylemek yürekli insanların işidir.

            Bir gün unutmazsam eğer Kürşad’ın hikâyesini yazmak istiyorum. Yalakalar günü kurtarsa da, Tarihi Kürşad’lar yazıyor! Yazmak, her daim hatırlamak lazım.

            Evet evet... Bir gün mutlaka Kürşad’ın destanını yazmalıyım. Hatta Kara Murat’ın çapkınlıklarını bile yazmak lazım! Çeşitlilik olsun diye!

O FOTOĞRAFI HATIRLATACAĞIM

            Gazetecilik veballi bir iş ya…

            Aklıma bir fotoğraf geldi. Bir oda seçiminde aday olan bir kişi gazetenin birini ziyarete gitmişti. Fotoğraf çekip, ziyareti manşetten vermişlerdi.

            Fotoğrafı görünce midem bulanmıştı. Nasıl tiksindiğimi anlatamam…

            Şahıs sadece ve sadece bir oda seçiminde aday. Ki kazanmış olsa ne olur?

            Aday olan kişi gazetenin patron koltuğuna oturmuş. Gazetenin çakma patronu ve aynı zamanda genel yayın yönetmeni karşısında oturmuş. İki dirhem bir çekirdek….

            Koltuğunu bir oda seçiminin adayına veren kişi güç karşısında ne yapmaz ki?

            Kürşad’ın hikâyesiymiş… Gazeteci cesur olmalıymış…

            O fotoğrafı ne unuturum, ne de unuttururum!  

            Yok yok, ben yorgun falan değilim. Yatağım kalsın, toplamayın!

 

Yazarın Diğer Yazıları