Cengiz GÜLAÇ

BU SOYTARILIKLAR BİTECEK Mİ?

Cengiz GÜLAÇ

            “Andımız” tartışması gündemi meşgul ettiği zaman bir yazı yazmaya karar vermiştim. Bugün yarın derken yazamadım. Sonra bir programda Harran Üniversitesi Rektörü Ramazan Taşaltın’ın “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediklerini yapmak farz-ı ayındır” dediğini duyunca meseleyi yazmaya karar verdim.

            Önce isterseniz beş yıl boyunca her sabah andımızı okuyarak güne başlayan birisi olarak meselenin ideolojik yönünü ele alayım. Daha sonra rektör beyle az biraz oynarız!

            Kendimle ilgili konularla köşeyi meşgul etmeyi sevmediğimi biliyorsunuz. Daha önce bir vesileyle yazmıştım.

            Aslını inkâr edenin Resul’ün ümmetinden olmadığına kalben iman eden birisi olduğum için Kürt olduğumu her yerde ve her zamanda söyledim…

            Toplumsal statü ikiye ayrılır. Verilmiş ve kazanılmış statüler vardır. Verilmiş statü, bireyin kazanmak için herhangi bir çaba sarf etmediği, doğuştan kendisinde var olan statülerdir. Örneğin cinsiyet, ırk, zengin ya da yoksul ailenin çocuğu olmak gibi. Kazanılmış statü ise, bireyin doğuştan sahip olmadığı, kendi çaba ve gayretiyle sonradan elde ettiği statülerdir. Örneğin avukat, doktor, öğrenci, zengin yada yoksul olmak gibi....

            Hangi ırka mensup olarak dünyaya geldiğimiz bizim tercihimiz değildir. Bir ırka mensup olmak ne gurur vesilesi olmalıdır ne de utanılacak bir şey olmalıdır.

            Benim verilmiş statüm Kürt olmaktır ama hissettiğim, yaşadığım, yaşamaktan mutlu olduğum statüm Türklüktür!

            Ben Türk olmayı seviyorum,

            Ben Türk töresiyle büyüdüm,

            Ben Türk tarihinden besleniyorum,

            Ben Türk ile aynı kaderi paylaşmış olmaktan gurur duyuyorum,

            Ve tekraren, ben Türk olmayı seviyorum…

            Ben; ne devlet böyle istedi diye bu şekilde düşünüyorum, ne bir baskı gördüm diye böyle düşünüyorum, ne de Kürtlüğün utanılacak bir şey olduğuna inandığım için böyle düşünüyorum…

            Öncelikle babam beni böyle yetiştirdiği için Türk olmayı seviyorum. Sonrasında…

            Rusya’da sayısız etnik köken vardır. Fransa’da milyonlarca etnik kökenden göçmen vardır. Çin’de milyonlarca Türk ve farklı etnik kökenden insan vardır…

            Rusya, Rus elidir, Fransa Fransız elidir, Çin Çin elidir…

            Burası Türkiye’dir ve Türk elidir. Nokta!

            Ya sev ya terk et sloganındaki dolaylı faşizm noktasında olanlardan değilim ama burası Ortadoğu pavyonudur. Liberal özgürlükler kulağa hoş gelebilir, ki temel hak ve özgürlüklerde ne kadar hassas olduğumu en iyi sizler bilirsiniz… Ancak etnik meseleleri kaşımanın sonu hüsranla bitebilir.

            Doğrudur, devlet kimseye baskı yapmasın. Doğrudur, herkes etnik aidiyetini özgürce dile getirsin. Doğrudur, herkes devlet ve kanun önünde eşit olsun… Ancak egemen güç, kurucu irade Türk’tür. Herkes aslını inkâr etmeden kurucu iradeye tabi olmak zorundadır.

            Kurtuluş savaşı verilirken, doğu illerini temsilen katılan iki Kürt asıllı vekil manda tartışmalarını dinlerken söz alıyorlar ve şöyle diyorlar: “Her neye karar verirseniz verin, bizi bırakmayın!”

            Bizi bırakmayın…

            Ortak kaderi yaşıyoruz demektir bu… Egemen iradeye koşulsuz tabiyiz demektir bu…

            O günden bugüne geldiğimiz noktada 30 yılın üstünde alçak bir örgütle uğraşıp binlerce canımızı vermişsek tabii ki devlet de özeleştirisini yapmalıdır. Ancak özeleştiri demek bu ülkenin Türk eli olduğunu inkâr anlamına gelmiyor.

            Hülasa ben Türk’üm, Türk olmayı seviyorum.

            Andımız olsa da bu duygum değişmeyecek, olmasa da. İçime Türklük sevgisini devlet koymadı ki devlet çıkartsın!

*****

            Gelelim rektör beye…

            Farz-ı ayn, mükellef olan herkes tarafından mutlaka yerine getirilmesi îcâb eden farz demektir. Vakit Namazlarını kılmak, oruç tutmak gibi…

Diyecektim ki, cumhurbaşkanının söylediklerini yerine getirmek de farz-ı ayn sayılıyormuş, yeni öğrendik!

            Köle denince aklımıza insan pazarlarında alınıp satılan bedenler gelir. Hâlbuki en büyük kölelik zihinlerin esir edilmesidir. Zihni sefil olup, aklını ve fikrini ipotek altına alıp, kula kul olanların köleliği en rezil olanıdır.

            Her vesileyle söylüyorum, yandaşlığın bile bir seviyesi, bir adabı olmalıdır. Şimdi bu rektör efendiye bakınca koskoca bir profesör görüyorsunuz, değil mi? Andımız meselesinde ne düşünüyor, bilmiyorum ama muhtemelen andımıza karşıdır.

            Andımız kalksın mı, kalkmasın mı sorusunun cevabına gelince…

            Bu ülkede andımız kalkınca;

Soytarılıklar bitecekse, kalksın!

            Diplomalı köleler yetiştirmeyeceksek, kalksın!

            Dinin siyasete ve ticarete alet edilmesine alışmıştık da… Din soytarılığa alet edilmeyecekse, kalksın!

            Muasır medeniyetler seviyesine çıkacaksak, kalksın!

            Yok eğer andımız kalkınca bu rektör gibi olacaksak…

            Ne mutlu Türk’üm diyene!

Yazarın Diğer Yazıları