Cengiz GÜLAÇ

BU ŞEHİRDEKİ HIRSIZ KİM?

Cengiz GÜLAÇ

Sevgili okur, size en son ne zaman fıkra anlattım, hatırlamıyorum. Bugün canım fıkra anlatmak istiyor. Bakarsınız icap ederse bir yerlere de bağlarız.

Temel, İdris ve Dursun yetmişli yaşlarını aşmışlar. Artık hayatlarının son baharını yaşıyorlarmış. Bir gün bu üç eski dost kahvede otururken Dursun’un en küçük torunu içeri girmiş ve bağırarak; “Kaos dede, kaos! Ninem on yedinci çocuğunu doğuruyor!” demiş. Ki bu fıkrayı ilk duyduğumda hem Dursun’un hem de eşinin performansı için ben de sizinle aynı tepkiyi verdim!

Andropozun dehlizlerinde yüzmeye başlayalı yıllar olan Temel duyduklarından şok olmuş ve Dursun’a sormuş: “Hayırdır uşağım bu nasıl oldu?” (Sizden ricam replikleri kafanızda şiveli canlandırın. Yazması çok itici oluyor da!)

Dursun cevap vermiş: “Kepek ekmeğindendir da.”

Temel hemen kahveden dışarı fırlamış ve direkt fırına koşmuş. Tezgâhtardan elli tane kepek ekmeği istemiş. Tezgâhtar önce şaşırmış. Sonra da Temel’e, “Efendim akşama kalmaz taş gibi olur.” demiş. Hani sayı fazla, kurur, telef olur anlamında…

Temel bunun üzerine kendi kendine söylenmeye başlamış; “Ulan herkesin haberi varmış da, bir benim yokmuş!”

Tabi Temel’in taş gibi olurdan anladığı başka! Neyse…

*****

Bu şehirde bazen öyle şeyler konuşuluyor ki, kendi kendinize söylenmeden edemiyorsunuz; “Ulan bütün bunlar olurken bir benim mi haberim olmadı?”

Aklım meseleleri anlamakta zorlanıyor. Düşünüyorum, saf mıyım, çok mu temizim, yoksa çok mu aptalım diye!

Konuşulanlara bakarsanız ortalık pislikten geçilmiyor. Gayri meşru ilişkilerin gizli kapaklı olacağını düşünürüz ya, öyle değil işte. Herkes her şeyi biliyor! Herkesin her şeyi bildiği yerde, insanlar nasıl oluyor da pisliğe bulaşırken bu kadar rahat oluyor? Sağlıklı aklın anlaması mümkün değil.

Yoksa, anlatılanlar yalan mı? En azından abartılı mı? Orası da muamma…

Herkesin her şeyi bildiği bir yerde ben neden hiçbir şeye şahit olmuyorum, görmüyorum?

Saf mıyım yoksa aptal mıyım?

*****

Sevgili okur, daha önce bir iki defa köşemde size bir Hıristiyan atasözünü yazmıştım:

“Çalan çalana demiş, İsa’nın elleri çarmıha gerilmeseydi, O da çalardı!”

İstisna olduğunu iddia edecekleri tenzih ederim. Bu şehirde şunu gördüm, dürüst olup, hırsızlardan dert yananlarla hırsız olduğu iddia edilen insanların arasındaki tek fark, sadece dürüstler o an için konjonktürel olarak çalamıyor! Bütün dert, bütün mücadele bu.

Bugün rant sağlayanları eleştirenler başımıza dürüstlük abidesi kesiliyor ama asıl kavgaları rantı ele geçirmek aslında. Sonra yer değiştiriyorlar, hırsızlıkla itham edilenler dürüst oluyor, bu sefer de onlar eski dürüstleri hırsızlıkla itham ediyor.

Neden mi bu kadar iddialı konuşuyorum?

Etrafınızda siyasetten, bürokrasiden, STK’lardan uzak kim varsa… Annenize, babanıza, kendi halinde herhangi bir akrabanıza veya arkadaşınıza sorun, bu şehirde tanıdığınız bir hırsız var mı diye. Kesinlikle bir tek isim vermeyeceklerdir.

Ha cevap verememelerinin sebebi toplumun çok temiz olması değil. Çünkü kendi halinde insan pisliği çok fazla bilmez, ilgilenmez, uzak durur. Ama geri kalanlar dönemsel olarak dürüst olurlar, dönemsel olarak da hırsızlıkla itham edilirler.

Bunu dürüstçe söyleyecek babayiğit de çıkmaz. Aslında hiçbiri temiz değildir. Söyleyemezler, zannederler ki kimse de farkında değil.

Konuyu bir fıkrayla bağlayayım efendim…

Temel ile Fadime daha gençler. Ateşle barut yan yana durmaz misali, şeytana uymuşlar ve o ayıp işi yapmışlar. Temel keyif cigarasını yakmış... Fadime Temel’e şöyle demiş:

“Temel, artık evlenmeliyiz.”

Temel cevap vermiş:

“Bizi kim alır ki?”

Sevgili saf ve temiz okurum, meselenin özü bu kadar basit. Dürüstlük taslayan da, zan altında bulunan da temiz değil. Ama bunu açıkça Temel gibi söyleyecek cesur insanlar yok.

Kimse sizi almaz vesselam!

*****

Hadi son bir fıkra daha anlatayım…

Temel ile Fadime bir gün…

Neyse, bu çok ayıp, anlatmayayım!

Yazarın Diğer Yazıları