Elazığ’dan yola düşüyoruz…
Murat Vadisini izler gibiyiz!
Kovancılara girmeden, “Külüşkür Köprüsü!”
Kuraklık bir azap gibiymiş meğer!
Murat nehrinin, ‘kabından taşan…’ hırçınlığı gitmiş gibi!
Palu’da, bahçelerde gece uykularınızı bölen,
“Murat’ın homurtusu…” duyulmaz olmuş sanki…
Murat boylarında yürümek, ‘tarihe yürümek gibi!’
Elazığ ne evla bir şehir, değil mi?
Murat ve Karasu, Elazığ’da birbiryle kaynaşır,
Yürek dolusu bir sevdaya; ışığa bulanırlar!
Fırat’ı anlatırken yüreğimiz teprenir;
Suyla gelen medeniyettir, adın.
“Kur ve Aras bende doğar” Bilirim,
Hazar’a su kadar yakınlığını!!
Muş ve Kars yaylasından selamım var!
Şah damarı kadar yakındır sana…
Sevda yürekli cengâver, yoldaşın
Bir atlıdır, Fırat; dağlar aşmada…
Bir kanadına, huyu güzel Murat
Aladağlardan süzülür, gelirsin.
Öte kanadın, yüreğim Karasu
Derin vadilerdedir, öykülerin…
Orada, ecdadın geçtiği yollar,
Coğrafyama kan damarı gibidir.
Anadolu’nun içlerine doğru,
Uzanır gider, akıncılarımdır…
Nal sesleri su sesinde dinlenir!
Fethi, sende duyar sende yaşarım!
Hala yol gösterir, akan nehirler
Can içre, gönül içre giden yolcuya!
Senin de kolların var, asil nehir!
Murat, Karasu, Peri, Çaltı, Munzur!
Kollarınla, kucaklar coğrafyayı!
Elazığ’dan Bingöl’e doğru,
Sanki ‘dağları tırmanırız…’
Yeşilin kabuk bağladığı yaylalar...
Faruk Nafiz Çamlıbel’in, “Çoban Çeşmesi…”
Sizinle muhabbet ediyor sanırsınız;
“O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi,
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi!”
Soğuk sularından kana kana içiyoruz!
İsmine kimler vermiş bu geçitin,
“Kuruca…” diye, “2373 rakımında…”
Sanki göğe başınız değiyor!
Bir sis tabakası sarar, derin vadileri!
*** ***
Şehitlerimizle buluşuruz, yağmurlu bir günde!
Destanların Efendisini bir daha dinlemeye başladım;
“Vatan Oğul… Bayrak Oğul… Devlet Oğul… Can Oğul…
Sevmek nedir? Bunu bilen âşıklara Bismillah
Gazi Oğul… Şehit Oğul… İman Oğul… Din Oğul…
Ak döşünden kan fışkıran deşiklere Bismillah.
Düşte gördüm, kanlı başın Peygamberin dizinde
Ocaklara, eşiklere, beşiklere Bismillah."
Solhan’dan geçiyoruz…
Yolumuzun kuzeyinde, “Şerafettin Dağları…”
O dağları bir geçitle açtığınızda, “Muş Ovası…” başlar!
Ovayı derinlemesine bölen, “Murat Nehri…” apayrı bir güzellik!
Beyaza bulanmış, “Karaçavuçü Çavuş Dağları…”
Omuz vermiştir, Muş İlimize…
Günboyu, “yağmurda yürümek…”
Rahmete kulaç açmak gibi geliyor insana!
Muş’tan yola revan ediyoruz, Bitlis’e doğru…
Bitlis ile Tatvan bir nev’i birleşmiş…
Bitlis, ruhani bir iklime sahip!
Tatvan, yol güzergâhında; ‘misafir ağırlıyor!’
Tatvan’da, “sahil şeridi…” görülmeye ve gezilmeye değer!
Orda da, “yağmur altında…” sahil şeridinde km.lerce yürüdük!
Van Gölü, insana huzur veriyor…
Martılar, o huzurun nağmeleriyle kanat çırparken,
Ördekler sizlere başlarıyla merhaba diyorlar!
Bitlis dendi mi ilk aklınıza, “Ahlât…” gelir.
Ahlât’ta, ‘derin bir nefes alırsınız’
Bir anda sanki “asırları soluklarsınız!”
Tarihin, ‘başladığı yerler’
Düşlerin, ‘göğsünüzde yeşerdiği…’ muallâ coğrafyamız!
Yağmurda yürümek, “binbir nağme…” duaya benzer
Buralarda, ‘sabırla çekilir…’ adımlar!
Buralarda, ‘şükürle ekilir…’ dualar!
Dualar besler, ‘sevinç gözyaşlarımı…’
YAĞMUR YÜREĞİMİN SICAKLIĞINDA
Yağmur, yüreğimin sıcaklığında
Andıkça, gözyaşı aklığında
Güneşin tebessümü yedi renkte
Bir gelin alayı duvaklığında
Çatlayan toprağa şifa gibisin
Özleminde derde deva gibisin
Neşeme neşe katan sefa gibisin
Doğa hayat bulur, yavukluğunda…
Kışın soğuğu, kar ile sevilir
Düşer gönlüme, ar ile sevilir
Bir oyun, halay; bar ile sevilir
Cilvedir dünyası, kur aklığında…
Ey rüzgâr, estikçe efkârım gider
Bulutlar taşınır, nazarım gider
Susuz diyarlardan, göçerim gider
Dualar, gözyaşı tutsaklığında…
Yağmur, dolunaydır; içimde doğar
Hazan olmuş güller, suyunda doğar
Gün batmış beklerim, hasretim doğar
Yağmur, yüreğimin sıcaklığında…
Doğar bütün umutlar aklığında…