Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

SES, SÖZ, SOHBET MAHFİLİ

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Bugün 6 Mayıs… Günümüzden 93 yıl önce; SSCB, Fransa ve İngiltere’den 5 yıl sonra;

Türkiye’de düzenli radyo yayınları başlayacaktır…

İlk Spiker Sadullah Gazi Evranos Beyin heyecan verici anonsu duyulacaktır;

“Allo Allo… Muhterem samiin (dinleyiciler) Burası İstanbul Telsiz Telefonu…

Şimdi akşam neşriyatımıza başlıyoruz.”

 “Türkiye’de ve Dünyada, Radyonun Tarihi Gelişimi…” üzerinde düşünelim?

Geliniz birlikte beyin jimnastiği yapalım!

1800’lü yıllardan itibaren günümüze doğru gelindiğinde;

İnsanoğlu; yüz yıl gibi bir zaman diliminde uçaklar, trenler

Ve okyanusları aşabilen dev transatlantiklerle uzun mesafeleri kat ediyor;

Telsiz, telefon, radyo ve televizyon ile birlikte,

Haberleşme alışkanlıklarını köklü bir biçimde değiştirmiştir.

Bütün bunlar, “Radyoyu bizlere kazandıracak icatlardır!”

Radyonun tarihi temelde üç döneme ayrılabilir: 1- İcatlar dönemi (1860–1920),

2- Radyonun altın çağı (1920–1945),  3- Televizyon sonrasında radyo (1945’den günümüze)

Medya Tarihi, bir bakıma; ‘insanlık tarihini…’ ele alıyor.

Asrımız, ‘Bilgi Asrıdır’

“İletişim Teknolojileri…” o kadar süratle kendilerini yeniliyor ki,

İnsan hayatını bütünüyle etkileyen bir değişim…

Günümüzde, ‘sosyal medya’ geleneklerimizi alt-üst edebiliyor

O sebepledir ki, “Sosyal Medyayı…” çok sağlıklı kullanmalıyız!

Bugün 6 Mayıs… Halkımız arasında yaz mevsiminin başlangıç günüdür…

8 Kasım’a kadar sürecek olan bu günlere (186 gün)  “Hızır Günleri” diyoruz.

Bugün ramazan ayının ortasında; “Mağfiret Günlerindeyiz…”

İnşallah sizlerle, ‘İletişim Tarihini de…’ konuşuruz.

Öyle ki, ilk insandan günümüze tatlı bir serüven vardır…

 

Ramazan ayı ile birlikte, hudutsuz büyük bir coşku başlar.

O coşkuyu evlerimizde, sokaklarımızda, mahallemizde;

İçerisinde yaşadığımız şehirde,  ‘gönül coğrafyamızda’ yaşarız!

O coşkuda, asırların günümüze taşıdığı ‘erdemlikler’ vardır!

Ramazanlı günlerde, insanlar, birbirleriyle ‘hayır yarışındadır…’

Belki de farkında olmadan, ‘kutlu bir değişimi’ birlikte soluklarız…

Yahya Kemal Beyatlı bu kutlu değişimi şöyle anlatır;

“Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri

Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri

Yarab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!”

Bu kutlu ay içerisinde;

Şehrimizin insanını daha iyi tanımlayabiliyoruz…

Onu kuşatan çevreyi daha iyi özümleyebiliyoruz…

Koronavirüs Salgını ile birlikte evlerimize çekildik…

Aile bireyleri olarak kendimizi karantinaya almış bulunuyoruz.

Koronavirüse karşı, ‘korunma…’ birçok şartları /standartları beraberinde getirdi.

Bu Ramazan’da, ‘Camilere, Mescitlere gidilmeyecek…’

Birlikte Saf tutamayacak, birlikte Seher Cüzü takip edemeyeceğiz!

Kapalı yerlerden ve kalabalıklardan ısrarla kaçacağız!

Artık, “Evlerimizi Mescit Edineceğiz!”

Evlerimizde,  “İletişim Teknolojilerini” daha fazla kullanıyoruz.

Sosyal Medyayı daha fazla paylaşıyoruz… Radyo daha fazla yanı başımızda…

Sesimiz, Sözümüz, Sohbet Geleneğimiz, “bu gizemli kutuda…”

Kürsü başı Sofralarını bizlere çağrıştırıyor…

O sofralarda; ‘sözümüz vardır, sesimiz vardır, asırlardan taşıp gelen sohbet geleneğimiz vardır.

93 yılına giren, Radyolarımız bizim geleneksel kültürümüzün harmanlandığı mahfillerdir.

 

Bu yıl, Geçmiş Ramazanları, ‘hafızalarda yaşayacak’ hatıralarla birlikte yaşatacağız.

AFAD, Kızılay, UMKE ve diğer kurumlardan oluşan “Vefa Sosyal Destek Grubu!”

Valilik Koordinatörlüğünde ailelere ulaşıyorlar.

 

 

 

Orucu bizler; “içerisinde riya olmayan ibadet…” olarak tanımlarız.

Bu ibadette sadece, Allah Rızası; O rızayı arayış vardır!

O samimi arayışta insanımızın yönelişi, ‘toplumun yönelişi’

Sosyal, Kültürel, İktisadi, Ahlaki anlamda bu günler sağlıklı yorumlanmalıdır.

Allah’ın Resulü buyuruyorlar;  “Benim ahlakım, Kur’an ahlakıdır”

Allah’ın Resulü buyuruyorlar;  “Beni Rabbim terbiye etti…”

Bu ay ile birlikte bizler; Kur’an’la hemhal oluyoruz!

Oruç ibadetinin getirdiği o müthiş boya;

“İslam’ın boyası…” bizleri, Asrı Saadete yaklaştırıyor!

Oruç için, “Ümmetin terbiyesi” diyebiliriz…

 

Geçmişe, yıllar öncesine yolculuk yapıyoruz…

Geçmişte kalan hatıralarımız, o hatıraların kaleme aldığımız fotoğrafları…  

“24 saat gece ve gündüz ayakta diyebilirim…

Bir arı kovanı misali…  Şehir kendi içinde kaynıyor…

Ramazan ayında ilk uğrak yerimiz,  “Kapalı Çarşı…” oluyordu

Buranın Elazığ için farklı bir özelliği/ farklı bir zenginliği bilinmektedir

İftara yakın saatlerde;  bir heyecan, bir koşuşturmaca yaşanırdı…

Dükkânların önünde,  mis kokulu ‘nohut ekmekleri…’  

Harput,  ‘mutfağıyla’ bilinir…  Ramazan Ayı ile birlikte, ‘mutfak telaşı…’ başlar!

Çarşı-Pazar ile mutfak arası, ‘suyolu olur…’

Elazığ’ın meşhur, ‘Beyaz Altını’ ‘badem şekeri’ 

İnsanımız arasında; bir şifa olarak değerlendirilen, ‘hurma’

Harput’a has,  ‘tatlılar’ ‘börekler’ ‘gömmeler’ sofraların baş tacıdır.

 

Bu ayın; “Sosyal, siyasal, kültürel, iktisadi…” kritiğini yaptığımızda;

Toplumun her kesimi için, “Rahmet ve Bereket Ayı…”

Şu inceliği de belirtmek isteyeceğim… Bu ay, “zekât-fitre-sadaka” ayıdır!

Elazığ’da, “Hayır kurumları gayet canlı ve hareketlidir”

Elazığ Belediyesi (geçmiş yıllarda)  iftar çadırlarını açıyordu…

O çadırlarda,  “iftar çadırlarında 2000-2500 kişiye sıcak aş veriliyor…”

Şehit ve Gazi ailelerine verilen iftarlar/ iftar sofraları…

İlerleyen günlerde, Harput’ta ve Kültür Park’ta; ‘ramazan özel programları…’

Şimdi, ‘yâdımlar evlere taşınıyor’

“Askıda Ekmek Geleneği…”  yıllarca uygulanıyor

Tekrar Geçmişe gidiyoruz;

İftar Vaktinin… Aile içerisindeki coşkusu!  Çok anlamlı…

Anne-Baba ve Çocukların o heyecanlı birlikteliği…

Dualarla açılan iftar sofrası... O anda, “Muhammedi” bir lisan vardır!

Huzur veren bir edep sofrasındasınız…

Sabrı, yudum yudum içmektesiniz… Dillerde, ‘selam ve selamet’

İftar sohbetlerinde,  ‘zayıfa, ihtiyaç sahibine uzanan yürekler…’

O tatlı sohbetlerde,  ‘en yakınınızdakiler’ onların ihtiyaçları konuşulur!

Her evden, her yuvadan dış dünyaya; “pozitif bir enerji” yayılır!

Biz bunu, ‘rahmet rüzgârları’ olarak da isimlendiririz.

 

İftar sonrası bir tatlı koşturmaca başlardı; “Teravih namazı…”

İmkânı olanlar,  tarihi camilere “Ulu Camilere…” yönelir!

Elazığ’da da birçok camilerde; ‘hatimle teravih namazı…’ kılınmakta…

 “bir araya gelen saflar…” O safları özledik…

Aynı dileğe açılan diller, eller, yakarışlar, dualar…

Ve Sahur… Bütün evler, yıldızlarla konuşuyor sanki ışıl ışıl!

O tarihi gelenek, “sahur davulcusu…”  O da farklı bir özlemimiz…

Oyunlar, Halaylar, Nağmeler, Bir Coşku Tufanı…

Bir gazeteci gözlemiyle de, ifade etmek isterim;

Ramazanlı Günlerle, ‘yayın ve neşriyatımızın’ rengi, çizgisi ve boyası da değişti!

Bütün yayın organlarımızda, “ramazan sayfaları” yer almaya başladı!

Diller, daha duru, daha berrak, daha içten, yürekli…

Bu ayın bir farklı özelliği de, toplumda suç işleme oranının,

Düşmesi bir yana, “dibe vurmasıdır…”

Ramazan Coşkusu bizlere, “huzura çıkan yolun…” tanımını da yapıyor.

 

AH! KORONAVİRÜS BİR BELA MISIN?

Sıla-i Rahim… Bu ayın marifeti!  Sıla-ı Rahimden de bizleri kopardın!

Biz geçmiş yıllara gideceğiz… Eski Ramazanlara…

“…Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının,

Şüphesiz ki Allah sizin üzerinize tam bir gözeticidir” (Nisa, 1)

Aileler programlarına; “Sıla-i Rahim düşüncesiyle…”  hazırlanıyorlar.

Evlatlar, anne ve babanın iftar sofrasında olma sevincini yaşamakta…

Aileler, yakın komşular iftar sofralarında biraraya geliyorlar…

Veya iftar yemeklerini paylaşıyorlar…

Sofralar daha zengin, daha fazla kalabalık, daha bereketli, daha duyarlı…

Fakirler ve yoksullar daha fazla soruluyor…

Söylerim, “hangi güç” insanları böylesine biraraya getirebilir…

Sevgi kültürünü toplumun genelinde oluşturabilir…

İşte, “Kur’an’ın fazileti ve mucizesi…” burada!

 

Bir şiirimizde şöyle diyoruz;

Söz orucunda, gönül iftar eder/ Hak, kuluyla iftihar eder

Nefis dayanamaz, / Bu edep karşısında,  “intihar” eder…

Oruçla birlikte sizler, “nefis mücadelesini” kazanıyorsunuz!

 

“On bir ayın Sultanı Ramazan’ı…” idrak ederken,

“Ramazanla bütünleşen…” bir millet olduğumuzu söylemek isterim!

780 bin km2 Vatan coğrafyasını bir baştan öte başa geziniz…

Elazığ’dan Bursa’ya… Diyarbakır’dan Edirne’ye… Urfa’dan İstanbul’a…

Bizleri birleştiren, ‘ortak bir dilimiz…’ var! O dile bizler, ‘gönül bağı ’ diyoruz!

 

Harput’ta çocuklar için “adam ufağı” denir.

Her Elazığlı/ Harputlu için en güzel ramazan hatırası;

“Çocukluk yıllarından kalan…” hatıralardır.

Çocuklar, sürekli ‘teşvik’ edilir, ‘onurlandırılır’ ‘sırtları sıvazlanır’

Anne ve babalar ve özellikle de, nineler;  Oruçlu çocukları, ‘sırtlarına alırlar’

Büyük bir keyifle taşırlar!  “ceplerine şekerler” “keselerine paralar” konur!

Çocuğu yücelten, ‘masallar’ ‘hikâyeler’ anlatılır!

Büyük-küçük demeden, ‘oyunlar’ oynanır…

Velhasıl, “Sesi, Sözü, Sohbeti evlerimize taşıdık…”

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları