Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

MİLLİ MÜCADELEYİ ÇANAKKALE'DE KAZANDIK…

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Çanakkale, bu millete ‘emperyalizme karşı’ direniş dersini öğretti.

Bu millete, ‘hür yaşama azmini’ verdi.

O azim ve irade şehadeti; milli mücadele ruhunu aşıladı…

Çanakkale, bir milletin ‘var olma savaşıdır’

İnsanlık tarihinin de, ‘en zor meydanıdır’

Bugün, 18 Mart Tarihi… O asil ruhu/ ruhaniyeti birlikte idrak ediyoruz…

Çanakkale tabyalarına gidiniz, oradaki heybeti 105 yıl sonrasında aynen yaşarsınız.

Çanakkale, bir çığlıktır. Bu marazi bir çığlık değil, gönlümüzün vaveylası haline gelen bir çığlıktır.

Çanakkale, tarihte misaline belki de hiç rastlanmayan bir milletin ‘ölümle dansıdır’

 Bir milletin Şeb-i Aruz törenidir.

İstiklâl Marşını da, Çanakkale’yi de, Akif’i de sadece okumakla değil, o hali yaşamakla ancak anlayabiliriz. Fedakârlığın en ulu zirvesinde yerini alan Çanakkale, Akif’in de mısralarda ruhi imtihanıdır.

Çanakkale için bu milletin hal tercümesi diyebiliriz.

Hak katında, bu milletin kıyama duruşu da diyebiliriz.

Sükûtun bir manada çığlığa döndüğü dar boğazda diyebiliriz.

Çanakkale, Anadolu’nun minyatürü sanki!

Kaç tepe vardı, O tepelerin her birini hüzünle birlikte zafer muştularıyla okursunuz.

O tepeler kâh Elâzığ’dır, kâh Sivas’tır, kâh Muş’tur!

Hala içerisinde acılarla yaşadığımız Anadolu’nun en içli hikâyesidir.

Conk Bayır mı, Sedd-i bahir mi, Kilit bahir mi?

Toprağın iliklerine kadar işlediği gözyaşlarıyla harman olmuş, şehit kanlarıyla yıkanmış, matemlerle değil, hatimlerle kanmış bir asil hikâye!

Çanakkale’nin belki ilk adımında, Malazgirt vardır.

Bunu da nereden çıkarıyorsunuz diyeceksiniz?

Ben değil tarih söylüyor; “Türk’ü, Anadolu’dan atmak için asırlar boyu bitmeyen bir hıncın adına Haçlı dediler, kendilerince kutsal sefer dediler”

Sen, Mevlana ile gönül çerağını yaktın!

O ne yaptı, asır boyunca bitmeyen bir kinle, bir hışımla üstüne geldi!

Çanakkale’de,  Söğüt’ü yaşarım!

Bir evla yiğidi ve o kara yağızlı yiğidin can gözle dinlediği Şeyh Edebali’yi dinlerim.

O emanet sözler, nasılda nesilden nesile ruhuyla birlikte hiç bozulmadan aktarılmış!

Çanakkale’de, o mirasın müjdelendiği isimle, Fatihle bir daha buluşuruz!

İstanbul’u kuşatan idrak, Çanakkale’nin havasını büyülüyordu!

Biliyordu, Çanakkale önüne gelenlerden hiçbirinde, ‘derya bakışlar’ yoktu!

Göğüslerinde iman dolu atışlar hiç mi hiç yoktu! Bedenlerini saracak bir sıcaklıkta göremeyeceklerdi.

Çanakkale’de, bu millet asıl savunma hattını bulacaktır.

O hat, asıl göğüslerde, iman dolu sinelerde yerini bulacaktı.

Aşkı Muhabbetle dolan asırların yakarışıyla öyle bir silkinişi vardı ki, onu anlatmaya bizim idrakimiz kâfi gelmiyordu.

Ancak Çanakkale’ye giden her Anadolu insanı kendisine yetecek kadar, ondan kendisine bir feyiz alıyordu. Gidemeyenlere ise Akif’i okuyun diyebilirim. “Kanın kurtarıyor ancak tevhidi” derken bir vecd ile kendinizden geçiyorsunuz, elinizde olmadan!

Hele ki, “Bedrin aslanları ancak o kadar şanlı idi” mısraları kim bilir hangi haleti ruhiye ile terennüm ediliyordu!

Hz. Kur’an da, “yemin olsun (Allah yolunda) harıl harıl koşanlara (âdiyât’a)!

Öyle (koşarken) çakarak ateş çıkaranlara! Sabahleyin derhal baskın yapanlara!

Böylece orada tozu dumana katanlara! Derken onunla, bir topluluğun ortasına dalanlara!”

Elbette, “Körle gören (kâfir ile mü’min); karanlıklarla nur (batıl ile hak);gölge ile sıcaklık (cennet ile cehennem) bir olmaz” (Fatır, 19.20.21)

Çanakkale, tarihi bir hesaplaşmanın belki de milat tarihiydi!

Belki teknolojik bakımdan güçler denk değildi ama bir farklı şey vardı, ‘iman’

Onu topla, tüfekle nasıl boğabilirdi ki?

Kim bilir, kaç haçlı seferi bu iman barikatına çarptıkça kendi içinde infilak ediyordu!

2020 yılındayız, Çanakkale mahşerine, onu daha ziyade tefekküre ihtiyacımız olan bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir dönemi ancak, Çanakkale’deki o mahşeri ruhu yakalamamızla mümkündür.

Ölüme karşı saf durmak ne demektir? O saf duruşu kendi idrakimize dönüştürebiliyor muyuz?

O hali yaşamanın ruhi inkılâbından geçebiliyor muyuz?

Şunu ifade edebilirim; bu millet Çanakkale ile emsalsiz bir destan yazmıştır.

O destanın bütün ruhuyla bizleri vecde getiren bir İstiklâl Marşımız vardır.

Ve bütün hayatı boyunca o emaneti layığı veçhe omuzlarında taşıyan doğruluk örneği bir Akif’imiz vardır.

Bütün bunları ‘İflas etmiş, hasta bir batı dünyasının’ karşısında, Çanakkale’yi düşünmek bizlere daha fazla heyecan veriyor.

İslam’ı seçen batılı mütefekkir, Garaudy’nin dediği gibi, batı felsefesini oluşturan Marksizm ve kapitalizm "Biri insanı devlete karşı esir eder. Diğeri ise, sermayeye karşı.

Yani Marksizm ile kapitalizmin ikisi de insanı sömüren sistemlerdir demek istiyorum.

Ama İslam bunlara karşı, insana itibarını iade eden bir sistemdir."

Lütfen, aman ha ‘muasırlaşma’ ile ‘batılılaşmayı’ aynı teraziye almayalım. 

Aynı teraziye aldığımızda, yarınlara karşı ‘bakar kör’ oluruz!

Şunu gayet iyi bileceğiz ve unutmayacağız, insanlık âlemi bu coğrafyada hasretle huzurun, güvenin ve istikrarın özlemini çekmektedir.

O tatlı özlemin sahipleri ve bayraktarları kimler derseniz, Çanakkale’de şehit düşen ecdadın torunlarıdırlar.

Çanakkale tarihin adını unutamadığı öyle bir meydandır ki, o tarihi meydana;

 Kafkaslardan da koşup gelmişlerdir, Balkanlardan da koşup gelmişlerdir.

Çanakkale, üç kıtaya hâkimiyet kuran bir milletin vatan imdadı olduğu kadar; esareti, sömürgeci solukları söküp sahiplerinin yüzlerine bir şamar misali fırlatan tarihin yarınlara şahadet edeceği meydandır.

Çanakkale’yi iyi okumalıyız. Okuduğumuz kadar onu bütün safhalarıyla anlamaya çalışmalıyız.

Anlamak, bizlere ruhi bir derinlikte kazandıracaktır.

 

Acaba, Çanakkale’de, 250 bin evladını toprağa veren bu millet, bu daracık coğrafya da,  bir dönemden kârlı mı çıktı; yoksa kâr yağan kirpiklerinin üzerine iç ürpertici soğukluk mu düştü!

Ve, Yemen türküsü bir hicran yarası mı?..

Yıllar öncesinde, bir devlet adamının Elâzığ’da gelişinde içimizdeki derdi bez afişlere dökmüştük;

 “Elâzığ, Çanakkale’de evlatlarını verdi, Keban Barajında toprağını verdi.. Her ikisi de azizdi.  Şimdi, sizlerden yüz görümlüğünüzü istiyoruz..” 

Gerçeği söylemek gerekirse, bu bir yakarıştır. Bir milletin içten gelen çığlığıdır…

O çığlık/ o yankılanan seda, asrımızda; ‘büyük çağlara..’ Çanakkale de yakılan o mübarek kıvılcım; ‘gönül yangınlarına..’  elbette vesile olacaktır…

Mehmet Niyazi ne diyor; “Ne yazık ki, devletimizin analizi yeterince yapılmamıştır.

Belki geçmişte buna ihtiyaç duymuyorduk; çünkü bir cihan devletimiz tarih sahnesinden çekilirken, bir yenisi doğuyordu…

Ama bugün devletimizi tanımaya muhtacız; ancak onunla mazimize lâyık bir yere gelebiliriz” 

Geçen yüz beş yıl, bu milletin talim ve terbiyesi için kendi iç dünyasında bir hesaplaşma dönemi olmuştur… Bu millet, “Devlet Baba” demiştir.

Kendi milletimi, “Aç iken doyurdum, çıplak iken giydirdim, malımı yağma ettim”   demiştir!

Çanakkale’de, bu milletin iklimini; o iklimde, maşeri vicdanını görüyoruz.

Tarihe, şühedanın yazdığı fermanını bir daha okuyoruz!..

Çanakkale’de, bu milletin ‘hicapla yıkanışı’  hasretle bir ateşi dilden dile taşıyan nağmelerde yakışını dinliyoruz!..

Bakınız, o dinleyişte; inilti/ sızlanma/ hesaplaşma yoktur!

Belki de, gönül damarlarından göz perdelerimize kadar akan o manevi nehir/sızlanış; 

Bizlere Tuna kadar, Nil kadar berrak ve duru!  

Yüzümüzü Çanakkale’ye edeple dönüyoruz…

Ey yüz, konuş bana, ecdadımı anlat dercesine!

Ey yüz, şefkatinle, merhametinle ufukları emzirircesine! 

Ey yüz, bir asil doğumun, hasret sancılarını yüklercesine!

Gel, bütün benliğimi kapla! 

Çanakkale’deki mübarek duruşa, Yemendeki türkülerin sıcaklığına; o bahtiyarlarla ermek isterim

Muhtâcım o vefalı yüze, hayranım o şanlı maziye, hasretim o köklerle deryaları tutacak hamiyete!

          

 

Yazarın Diğer Yazıları