Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

MEVLANA ASRI

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Mevlana, okuldur… Asrının ve asrımızın,  ‘hikmet okuludur’

Mevlana, “sesini değil, sözünü yükseltmeli insan

Çünkü gök gürültüleri değil,  Yağmurlardadır yaprakları yeşerten.”

1200 yılları (13. yy) Mevlana Asrıdır…

Günümüzden 9 asır öncesine yolculuk yapalım…

Tarih ilmi bizleri, o asrın hengâmeli limanına götürecektir!

‘Oku’ diyecektir!  ‘tarihi tefekkür et’ diyecektir!

Şu gerçekle yüzleşeceğiz;

13. asır, öyle herşeyin ‘süt liman’ olduğu bir asır değil…

Anadolu’yu vatan yapan ilk büyük zafer;

 Malazgirt Zaferinden hemen sonra,

1096 tarihinde başlayan; 270 yıl boyunca aralıklarla,

 Tarihe 8 büyük haçlı seferi olarak geçen,

Müslüman-Türk’ü Anadolu’da kuşatarak atma hareketi!..

Dönemin tarihi kaynakları, ‘Haçlı Seferlerini’  Anadolu’da çok büyük tahribatlar yapmış;

“her tarafı yakıp-yıkan çapulcu harekâtı!”  olarak tanımlar

Doğuda ise, Moğol istilası! Anadolu’da yaşananlar; Tarihi bir depremdir...

İlim ve Kültür Merkezlerinin üzerine ‘ahtapotlar misali’ düşen en büyük kâbustur!..

Türk-İslam Medeniyet Dünyası Moğol istilasıyla çok ağır, vahim yaralar almıştır!

Orta Asya Türk İslam Dünyasının ‘bilim kaleleri’ yıkılacaktır

Kızıl kıyametlerin koptuğu, insanlığın katledildiği ‘zifiri karanlık’ bir dönemde;

 Anadolu’nun dört bir yanında,  meşalelerin yandığını görüyoruz!..

‘Gönüller Sultanı’ Mevlanaların, Ahmet Fakihlerin, Ahi Evranların,

‘Dostluk, kardeşlik ve Sevgiye açılan kapı’ Hacı Bektaşi Velilerin,

‘Güldüren Gerçek’ Nasrettin Hocaların, ‘Doyulmaz sevgi’ Yunusların,

Emir Sultanların, Somuncu Babaların, Şeyh Edebalilerin,

Anadolu’nun, ‘kılıçsız ve kalkansız’ fütüvvet erenlerini,

Manevi fatihleri olduğunu görüyoruz.

21. asrın insanı mutlaka yüzünü bu asra çevirmelidir;

Bu asırdan,  bu asrın şartlarından kendisine dersler almalıdır.

Günümüzde, Harput ikliminin zenginliğinden bahsederiz.

Belek Gazi gibi bir yiğit hükümdarı çıkaran Harput;

Bir yanda Orta Asya’dan gelen Türkmen göçlerine bütün kapılarını açarken,

Batıdan yönelerek bütün İslâm Dünyasını tehdit eden Haçlı Seferlerine karşı;

Erzurum’dan Halep’e kadar bir ‘geçilmez bir güvenlik şeridi…’ oluşturuyordu!

Urfa Kontunun, Kudüs Kralının diz çöktüğü bir deha kumandan Belek Gazi!

Bu iklimi manevi anlamda zenginleştiren asrın uleması, mürşidi;

 ‘Sultan’ûl Ulema’ Bahaeddin Veled,

Ve onun düşünceleriyle asırların ötesine taşan derya Evlat,

Büyük Veli Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin,

Belh Şehrinden başlayan göç hikâyesinin,

 Elâzığ’ın  Karakoçan İlçesinin Okçular Köyü’nde nihayetlendiğini görüyoruz!..

Bahaeddin Veled ve aile efradı Karakoçan’da 3 ila 5 yıl ikâmet ederler.

Bu üç veya beş yıl nedir; Bu yörenin manevi anlamda tenviridir!

İzzet ve ikrâm sahibi güzide şahsiyetlerle bezenmesi, gönüllerin cilalanmasıdır!

Hiçbir hadise sebepsiz değildir! Sebepsiz olmadığı gibi de, tesadüfi de değildir!

Asıl hikmetleri üzerinde durmalıyız. Yazımızın başında,

“13. Asrın ne kadar kuşatıcı ve yakıcı olduğundan söz ettik!”

Bütün bunlara rağmen, Anadolu’yu, Anadolu insanını

‘şefkat hamurunda yoğurarak..’ bir büyük inkılaba taşıyan büyük Veliler!..

Her türlü şiddeti, dehşeti ve yangını başından savmasını bilen soylu,

Edepli ve asil duruşun manevi mimarları!

Bu şehirde, ‘Milli Sinemayı’ Elazığ’dan Türkiye’nin gündemine taşıdık…

 “Belek Gazi’nin Hayatı ve o tarihi dönem;

 Bir Kuruluş Dizisi, bir Küçük Ağa formatına uygun şekilde senaryosu yazılsın” dedik.

Bu bölgenin, bu coğrafyanın insanı kendi tarihiyle buluşsun dedik...

Ve o sözümüze daha ısrarlı bir şekilde devam ediyoruz.

13. Asrın manevi mimarlarını bu coğrafyanın ağırladığını;

İnsanlığın aşk ve sevgi rehberi olarak bildiği,

Gönüller Sultanı Mevlana’nın Anadolu’da, yurt edindiği coğrafyanın da,

Elâzığ’ın Karakoçan İlçesinin Okçular Beldesi olduğunu;

 Düşünmek bile insana bir farklı haz veriyor. O hazzı bu şehir

O hazzı, o zevki, o büyük izzet ve keremi birlikte paylaşalım.

Malazgirt Zaferinin 937. Yıldönümünü, bu şehrin aydınları bir araya gelerek;

“Muş-Elazığ Buluşması ile birlikte…” gerçekleştirmişlerdi!

Şimdi günümüzde nerelerden nerelere gelinmiştir;

Malazgirt Zaferi,  “Cumhurbaşkanlığı himayelerinde…” kutlanıyor!

Bakınız, sadece  “Diriliş Dizisi bile…” insanımız üzerinde ne kadar etkili!

Samiha Ayverdi,

“İnsanoğlu yediyüz senedir Mevlana’yı bir tanrı mirası gibi benimseyip,

Görünen ve görünmeyen her cephesinden söz etmiştir!”

Biz kendi yanıbaşımızda duran ‘cevhere sahiplenmiyoruz’

Teknolojinin her bakımdan geliştiği bir dönemde, ‘kendimizi anlatamıyoruz’

Prof. Dr. Amil Çelebioğlu ne diyorlar?

“Hakiki büyük insanları yakından tanırsak onlarda,

Peygamber ve velilerde daima yanan insanlık sevgisi ateşinin,

Kıvılcımlarını buluruz!

O kıvılcımlar ki, düştüğü çatının hacmine göre,

Küçük veya büyük yangınlar çıkarır!”

Bizim, ‘gönül insanlarına…’ ondaki yangınlara ihtiyacımız var.

Ayten Lermioğlu’da şöyle der;

“Mevlana, sadece bir mütefekkir, bir mutasavvıf ve şair değildir.

Evliya burcunun güneşidir.

Allah Resulü (asv) buyuruyorlar; “Ulema, Enbiyanın varisidir”

Bu hadis hükmünce, “Hz. Peygamberin manevi varisidir;

Velayet sırrının tecelligahıdır.”

Bediüzzaman ne diyorlar; “Ben Mevlana asrında yaşasaydım;

Mesnevi’yi yazardım. Mevlana, bizim asrımızda yaşasaydı;

Risaleleri yazardı!” Risale de,  Mesnevi’de; Kur’an tefsiridir…

 

Mevlana’nın  ‘hikmet çeşmesinden’

“Kardeşim sen düşünceden ibaretsin,

Geriye kalan et ve kemiksin,

Gül düşünür, gülistan olursun.

Diken düşünür, dikenlik olursun.”

Kur’an,  “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”

Olmak,  ‘hamlıktan kurtulma’ halidir!

 

Mevlana şöyle der,

“Gülü, gülene ver/ Kalbini sevene ver

Sevmek güzel şeydir, / Kıymet bilene ver”

Herkes, kendi fıtratına düşeni alacaktır…

“Güzel düşünmek, güzel görmek hayatı güzelleştirir”

İçerisinde yaşadığımız, şu dünyaya kızarız;

Olmadık sözler ederiz…

Düşünmeyiz ki, “aynaya düşen resimde…” başkalarını aramak beyhude!

“Toprağa ne ekerseniz, onu biçersiniz!”

Mevlana ne diyorlar;

“Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur!”

“Testinin içinde ne varsa, dışına o sızar!”

“Sual de bilgiden doğar, cevap da…”

Anadolu Coğrafyasını,  ‘ilim ve irfan mektebi’ olarak düşünelim

Kendimizi,  o mektebin,  ‘vefalı dostları…’ addedelim

Birbirimizle,  ‘hayırlı işlerde…’ yarışalım

Bu coğrafyanın bağrından çıkardığı, ‘kutlu insanlarını’ yâd edelim!

“Biz sevdik mi yer oluruz/ Biz sevdik mi sel oluruz…

Biz sevdik mi lâl oluruz/ Biz sevdik mi cân oluruz…”

Yunus’un ve Mevlana’nın dilinde;

“Anadolu’nun fütüvvet dilini” bulursunuz!

O dildeki, ‘muhabbete’ o kadar çok ihtiyacımız var ki?

Yazarın Diğer Yazıları