Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

DEPREMİ KONUŞACAĞIZ!

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Elâzığ’da, merkez üssü SİVRİCE İlçesi GÖZELİ KÖYÜ’nde olan 4,9 şiddetindeki deprem, Türkiye’yi korkuttu… İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Elâzığ’daydı.

Hatırlarsınız! 9 yıl önce, 8 Mart 2010 tarihinde, Elazığ-Kovancılar’a bağlı üç köyde hasar meydana getiren 6,0 büyüklüğünde bir deprem olmuştu. 51 insanımız o depremde hayatını kaybedecekti…

O yıllarda da, bu köşemizde; ‘depremin acılarını…’ yaşayarak dile getirmiştik…

10 yıl sonra bu köşemizde, ‘benzer bir yazıyı…’ kaleme alıyoruz!

 

Elazığ’ın ‘Deprem Dedesi Prof. Dr. Feyzi Bingöl’  27 Aralık 2019  saat, 10.00’sularında meydana gelen deprem ilgili  endişelerini paylaşıyorlar…

Bingöl, “Bölgede beklenen depremler var ama daha büyük depremi de bekliyoruz.

Çünkü bu fayın bazı bölgelerinde kırılma uzun süredir olmamaı.”

Bir daha başımızı önümüze eğdik…

Endişemiz, ‘Depremlere ne kadar hazırlıklıyız’ sorusu!

Yıllarca tekrarlanan bir ifade, ‘depremlerle yaşamaya alışacağız!’

Ülkemizde yıkıcı depremlerle ilgili kullanılan hafızalara kazınan sözlerden birkaçı,

“deprem öldürmez, binalar öldürür”

“deprem değil, ihmal öldürür”

“deprem öldürmez, açgözlülük öldürür”

“deprem öldürmez, cehalet öldürür”

“deprem öldürmez, hainler öldürür”

“deprem öldürmez, yolsuzluk öldürür”

“deprem öldürmez, eğitimsizlik öldürür”

“deprem öldürmez, kapitalizm öldürür”

             

Kimliğimizde, ‘Müslüman’ım diyor!

O kimlik, insanı yüceltiyor… Hayatın, insan merkezli olduğunu söylüyor…

O kimlik, “Bir insanı kurtarmanın, bütün insanlığı kurtarmak gibi…’ olduğunu bizlere haber veriyor…

O kimlik; bizlere insanına, ailesine, çevresine, yaşadığı şehre ve dalga dalga daha vatan coğrafyasına, ‘hizmetkâr olanların, milletinin efendisi…’ olduğunu söylüyor!

O kimlik, cüce insanların değil, ufku yücelikleri seçen hamiyetli, vatanperver ve milliyetperver insanların yetişmesine en emin yolları aralıyor…

Son bir asra yolculuğumuz oldu mu?

Son bir asrın gazete manşetlerine baktınız mı?

Acımız büyük… İçimizdeki yangın daha büyük…

Bilgi ve teknoloji asrında; vah beni diyeceğim halim ve ahvalim bizlere daha büyük,

‘iç sarsıntıları’ yaşatıyor!

O acıların akabinde ne kadar ayağa kalkabildik?

 

Resmi raporlar, ‘çarpık kentleşme’ diyor!

1950’li yıllarda, ülke nüfusumuzun yüzde 27’leri şehirlerde yaşarken bu oran 2000’li yıllarda, yani günümüzde yüzde 78’lere yükselmiştir…

Resmi rapor ne diyor; “Göçün, planlamadan yoksun olması nedeniyle afete duyarsız, sosyal gelişime engelli çarpık plansız kentleşmelerin yanında ülkemizin tarıma en elverişli ovaları sanayi alanları ve yerleşme alanları olarak adeta işgal edilmiş, çevre dengesi bozularak, doğa olayları birer afete dönüştürülmüştür”

Türkiye, Kars’ından Edirne’sine kadar yer alan şehir, kasaba, belde belediyelerinde, ‘mühendislik hizmetlerinden…’ ne kadar yararlanmış ve yararlanmaya devam ediyor!

Türkiye’nin 1927’lerdeki nüfusu 13 milyon olduğu düşünülecek olursa, beşeri ve fiziki planlamalarının Cumhuriyet Döneminin eseri olduğunu söyleyebiliriz! 

Elâzığ-Sivrice-Gözeli Merkezli 4,9 şiddetindeki deprem öncelikle, nüfusumuzun yüzde 20’lerini oluşturan ‘kırsal kesimimizin…’ mevcut fiziki yapılanması noktasından çok önemli mesajları vermiş bulunuyor…

Esasen her acı, bizleri yoğurmalı… Eylem planında da, düşündürmelidir!

Evet, Türkiye’mizde gerek büyük şehirlerimizde ve gerekse kırsal kesimlerimizde

‘riskli yapıların’ nasıl dehşet saçtığını bir daha tekrarlamak isterim…

Tarih, bizlere ‘mukayese’ ve ‘muhasebe’ ilmini öğretir…

Geçmişe, sünger çekemezsiniz… Ellerinizle, bir kenara kaldırıp da atamazsınız!

Raporlar konuşuyor! 21. asırda Türkiye’nin önünde gerek beşeri, gerekse fiziki ve dolayısıyla da ekonomik olarak önünde duran en önemli tehdit, ‘deprem’ gerçeğidir! 

Bu coğrafyada,’depremle birlikte yaşamaya’ alışacağız… Bu demek değildir ki, her depremle birlikte bu coğrafyanın insanı hafızasına sürekli, ‘küçük kıyameti’ taşısın demek istemiyoruz…

Ya, Japonya örneği gibi, teknolojinin bütün nimetlerini insanın emrine sunmak gibi bir rolü birlikte, ülke insanıyla oynamalıyız…

Raporlar ne diyor, “Türkiye'deki doğal afetlerin yüzde 61'ini deprem, yüzde 15'ini heyelan, yüzde 14'ünü sel, yüzde 5'ini kaya düşmesi, yüzde 4'ünü yangın, yüzde 1'ini çığ oluşturuyor.

20. yüzyılın başından bu yana meydana gelen doğal afetlerde yaklaşık 100 bin insan hayatını kaybetti, 175 bin kişi yaralandı. Yaklaşık 650 bin konut da yıkıldı veya ağır hasar gördü.

Türkiye’de “afet” denilince ilk akla gelen “deprem” neredeyse ülkenin tamamını etkiliyor.  Oransal olarak değerlendirildiğinde ülke topraklarının yüzde 44'ü (328 bin km2) 1. derece, yüzde 26’sı(184 bin m2) 2. derece, yüzde 15’i (139 bin m2) 3. derece, yüzde 13’ü (97 bin m2) 4. derece ve yüzde 2’si 5. derece deprem bölgesinde bulunuyor.

Buna bağlı olarak nüfusun yüzde 44'ü 1. derece, yüzde 26'sı 2. derece, yüzde 15'i 3. derece, yüzde 13'ü 4. derece, yüzde 2'si 5. derece deprem bölgesinde yaşıyor.”

İşte sizlere Türkiye’nin acil önlem alınmasını gerekli kılan fotoğrafı…

 

Depremi konuşmaya devam ediyoruz… Tabiatıyla, ‘raporların ışığında…’

Bu ülkede, bir açılım gerekiyorsa, tek ve ısrarlı olduğumuz nokta, bizlere her bakımdan çığlıklara, feryatlara, hıçkırıklara boğan, ‘deprem felaketini…’ beklemek değil, milletçe el birliği, güç birliği yaparak, ‘sen atını sağlam kazığa bağla’ esprisinden hareketle ortak bir aklı ve yolu oluştururken de, hızla bu yolda mesafe almalıyız…

Raporlar, ‘deprem’ denilen iki heceli doğal afetin, ekonomimizi de, ‘tehdit altında’ bulundurduğunu söylüyor…

İşte, acı manzara ve tablo; “Endüstri alanlarının yarısı (yüzde 51) 1. derece deprem bölgesi üzerinde bulunuyor. Yüzde 25'i 2. derece, yüzde 11'i 3. derece, yüzde 11'i 4. derece ve yüzde 2'si 5. derece deprem bölgesinde yer alıyor.”

1999 Ağustos ayında, asrın en büyük yıkımı olarak da isimlendirilen Marmara Depreminde o acıyı psikolojik olarak da, beşeri ve fiziki bir facia olarak da yaşamıştık… 

Son bir asırda, meydana gelen depremlerin bilânçosu incelendiğinde, “Son bir asırda hasar yaratan 182 depremde, 495 bin konutun yıkıldığı, 99 bin 389 insanın yaşamını yitirdiği görülüyor. Depremlerin bu süreçte neden olduğu mali kayıp ise yaklaşık 19 milyar dolar. Bu verilere göre, depremler nedeniyle ortalama her yıl 965 insan ölüyor, 4 bin 800 konut yıkılıyor.”

Yakın tarihimizde ne Erzincan’ı unuttuk ve nede Dinar, Çorum-Amasya, Ceyhan, Marmara, Düzce gibi maddi ve manevi yıkımlara sebep olan depremleri… Sadece bu altı büyük depremde; “toplam 17 milyon 487 bin kişi etkilenmiş, 942 bin kişi evsiz kalmış… 19 bin 135 insanımız hayatını kaybetmiş ve 54 bin 597 insanımızda yaralanmıştır. Ülke olarak maddi kaybımız ise 15 milyar dolar ın üzerindedir…”

Gözlerim 9 yıl önce Kovancılar ’da ıslanırken, 27 Aralık 2019 tarihinde Sivrice-Gözeli Merkezli depremde aklım Türkiye’mde, vatan coğrafyamda… Ülkemin, yüzde 92’leri, ‘deprem bölgesi…’ içerisinde… Nüfusumuzun ise, yüzde 95’leri deprem tehlikesi altında yaşıyor… Sadece o kadarla mı? Hayır, sanayi merkezlerimizin yüzde 98’leri, barajlarımızın ise yüzde 93’leri deprem bölgesinde…

Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı, bir örümcek ağı gibi, Saroz Körfezinden başlıyor… Marmara Denizini geçtikten sonra Kuzey Anadolu Dağlarının güneyini takip ederek Van Gölü’nün kuzeyine kadar uzanıyor…

Güney Anadolu Deprem Kuşağı ise, Hatay ilimizden başlıyor… Bir korku yumağı gibi Güney Anadolu Toroslarını takip ederek Van Gölü’nün güneyine doğru devam ediyor…

Bugün, yarın ve sonrasında, ‘depremi’ konuşacağız… Ağıtlarımızı, çığlıklarımızı daha derinden dillendirmek niyetinde değiliz… Sadece, ‘daha acil çareler…’ üzerinde milletçe dertleşelim!

           

Yazarın Diğer Yazıları