Bin ahı, tebessümle ağırlar
Latife sitemi, vakarla karşılar,
Nazarlar! Kâh Hüseyni makamı,
Kâh Uşşak; dem dem içirir, sızıları!
Tenkide, merhaba derdik…
Nükteye, el bağlardık!
Sohbetinde, ‘Mizah’ vardı,
Mektubunda, ‘Gönül alıcı’ sözler!
Özledik, özümüz kokan sanatı!
Nefi’nin, yoz tavrı boğan, ‘sitemkârını’
Havasın ve Avamın, yürek dili,
‘Hacivat ve Karagözü’
Gülerek, ‘yoğurt çalardık göle’
Tefekkür eder, soluklardık âlemi!
Somurtan, bir asırdayız!
Kasılan, yüzlerdeyiz!
Buz tutan kaldırımlarda, adımlarımız!
‘Mizahı’ bıraktık!
Ne zarf, ne mazruf, ne arzuhalimiz kaldı!
Yüzler donuk, kelimeler sönük,
İfadeler, buz tutan kalıplarda,
Yürek yakıcı sözlere, üşüyoruz!
Nesirlere, nesillere ruh veren tevazu…
Özledim, şecaatte, terazide yavuzu…
YOL BİLMEZ SORMAYAN GÖZLER
Yumruklarınız kadar büyür öfkeniz!
Kin ve nefretle sağılır mı deniz!
Sedanız kadar hoyrat, soluk bir beniz
Diken üstüne açsa da, gül ağacı
Kondurmaz üstüne, nefret utancı!
Kendini aşmadan, deryalar düşünür
Sel götürür kumu, toprak aşınır
Marifet o ki, iltifatta taşınır,
Hüneri olmayan mucit mi kesilir
Bu dünyada en fazla cahil kasılır!
Akıl başta değil, kolda mıdır?
Elindeki, üç-beş pulda mıdır?
Üstündeki cicili bicili çulda mıdır?
Yol üstünde, ışık görmeyen gözler
Yol bilmez, sormayan gözler.
“FIRAT’IN SULARI AKAR DERİNDEN”
“Fırat’ın suları akar, derinden”
Hasret gözyaşları döker, derinden
Dağlara çarpar feryadım, gayretim;
Yıkar surları hoyratça derinden.
Fırat’sın, cennet damlası taşırsın
Maksadım sende doğdu, sen taşırsın
Tuna’ya eş, Nil’e kardeş bilirim;
Üç kıtaya fetih dili taşırsın.
Kâh gök mavisi olur, donatırsın
Kâh yeşile boyanır, arıtırsın
Dağlar nöbette, vadiler yatağın;
Toprağımı rahmet rahmet bezersin.
Gece yıldız dökülür, sularına
Seninle ışık olur, yollarına
Âşıklar izinde pervane ne gam;
Şüheda kanı dökülür sularına…
Tarihim sen, medeniyetim sende
Yurduma kahpece rüzgâr esende
Nil’e benzer, yol vermez Firavun’a;
Şehit bil, ufkuna ışık düşende…