Ahmet KIZILKAYA

SEN NASIL ÖĞRETMENSİN!

Ahmet KIZILKAYA

Bundan üç beş yıl önceydi. Taziye için Malatya’da bulunduğum bir ortamda ahali arasında oldukça yaşlı bir amca dikkatimi çekti.

Kıyafetinden duruşuna, konuşma tarzından etrafıyla kurduğu iletişim biçimine kadar hayli nazik ve kibar görünen bu amcayı tanımayı ve onunla konuşmayı kafaya koymuştum. Bir fırsatını bulup ani bir hamleyle yanında boşalan sandalyeye oturuverdim.  

İlk izlenimim yüksek bürokrasiden emekli bir beyefendi olabileceği yönündeydi. Ya da Malatya ilindeki ileri gelen ailelerden birine mensup birisiydi.

Daha fazla zaman geçirmeden ilk soruyu sordum:

- Merhaba Amca bey, size birkaç soru sorabilir miyim?

Kuşkusuz bu soruyu beklemeyen yaşlı amca, kalın camlı gözlüğünden yüzüme dikkatlice bakarak:

- Buyur sor evladım, dedi.

Daha da cesaretlenen ben, kim olduğundan, nereli olduğuna kadar birkaç soru sorduktan sonra esas soruyu yönelttim.

- Emekli olmadan önce ne iş yapardınız?

Bu soruyla beraber hem tavrı hem ses tonu farklılaştı, başıyla beraber gövdesini bana döndürerek birkaç saniyelik bekleyişten sonra, soruma soruyla karşılık verdi:

- Beni boş ver de sen ne iş yaparsın?

Ona öğretmen olduğumu, yaşadığım şehri ve görev yaptığım okulun adını söyledim. Ardından, hiç beklemediğim bir yanıt verdi bana:

- Meslektaşız. Ben de emekli öğretmenim deyince ne yalan söyleyeyim bu nazik beyefendiye hem daha fazla kanım ısındı hem de şaşkınlığım biraz daha arttı.

Ardından arka arkaya seri sorularla bana, flüt ve mandolin çalmayı bilip bilmediğimi, aşı ve enjeksiyon yapıp yapamadığımı, ilk yardım kurallarından haberimin olup olmadığını sordu. Hatta dam loğlamayı, kapı pencere onarmayı, tezek yapmayı, tohum ekmeyi becerip beceremeyeceğimi sordu.

Doğal olarak bunların birçoğunu yapamayacağımı, hayatımda hiç yapmadığımı söyleyince biraz sitemkâr biraz da şaşkınlıkla şu soruyu sordu bana:

- Sen nasıl öğretmensin!

Doğrusu yarı mahcup, yarı ne söyleyeceğini bilmeyen bir insan tavrıyla öylece kalakaldım.

Anladım ki, her tavrında özgüven ve asalet görülen bu kıymetli öğretmen, 1950’li yıllarda o günün Türkiyesi’nde yeni bir toplum inşa etmek üzere Anadolu’nun türlü köy, kasaba ve şehirlerine dağılmış olan çok yönlü ve donanımlı irfan ordusunun fertlerinden biriydi.

Yokluklar içindeki bir ülkeye ve onun çocuklarına hizmet etmeyi; üretken, aydın ve bilgili bir nesil yetiştirmek için rol model olmayı kendileri için bir görev saymışlardı.

Anlattıklarının tamamını dinledikten sonra hem özverili kişiliklerine hem de o şartlarda ortaya koydukları eğiticilik performanslarına hayran kaldım.

Tabi değişen zamanla birlikte ülke şartları değişti. Artık bilgiye ulaşmak çok kolay. Tarım toplumundan sanayi toplumuna, köy hayatından kent yaşamına doğru hayli mesafe aldık. Doğal olarak günümüz şartlarında öğretmenliğin rolü ve etki alanı çok değişti.

Buna rağmen eğitimde istenilen düzeyde olamadığımız da bir gerçek. Bilgiyi hayatta en verimli şekilde kullanmak, üretkenliği artırmak, Aziz Atatürk’ün deyimiyle fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek için güçlü eğitim programlarına, iyi eğitim veren fakültelere bunun sonucu olarak da donanımlı öğretmenlere ihtiyaç var.

Sosyal prestiji sarsılmış, yetkileri kısıtlanmış, özlük hakları istenilen düzeyde olmayan öğretmenlik mesleğinin toplumun beklentisini karşılaması çok zor.

Yakın zamanda yapılan kapsamlı bir araştırmada Türk toplumunda ailelerin yüzde 66’sının çocuklarının öğretmenlik mesleğini seçmelerini istemediği sonucu çıkmış. Ne kadar üzücü!

Oysa öğretmen toplumun aydını, kanaat önderi ve şekillendirenidir. Bugün ileri ülkelerin çoğunda öğretmenlerin hem sosyal hakları hem de ekonomik standartları ülke ortalamalarının üzerindedir.

Öğretmenine güçlü sosyal ve ekonomik haklar veren ülkeler doğal olarak ondan da iyi işler çıkarmasını beklemektedir. Sağlıklı döngü budur zaten.

Öğretmene kendini güncelleyebileceği, zengin bir sosyal yaşama adapte olabileceği, okumak, gezmek- görmek gibi temel insani ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir ortam hazırlamak şarttır. Tabiki bunun yanında toplumun öğretmene bakışındaki eksik ve hatalı bakış açısını da değiştirmek gerekir. Bunları sağlayamazsak sıkıntıların üstesinden gelmek zor olacaktır.

Unutmayalım bir ülkenin geleceği biraz da öğretmenler odasında şekillenir. Halinden memnun öğretmenlerin sayısı arttıkça, mutlu gençler ve sağlık bir toplum inşası daha kolay olacaktır. O zor şartlarda özverili bir şekilde ülkeye hizmet eden öğretmenlerimiz varsa bugün de bu ülkenin öğretmenleri ülkeye ve millete hizmet etmekten geri durmayacaklardır. Yeter ki onlara hak ettikleri değer verilsin.

Bu vesileyle başta Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere şehit öğretmenlerimize ve ebediyete intikal etmiş öğretmenlerimize rahmet diliyor minnet duygularımı belirtiyorum.

Hayattaki tüm öğretmenlerin önünde de saygıyla eğilmeyi bir vatandaşlık görevi sayıyorum. 24 Kasım Öğretmenler Günü Kutlu Olsun !

Bir sonraki yazımda buluşuncaya kadar sevgiyle ve huzurla kalın.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları