Ahmet KIZILKAYA

ŞEHİRLERİMİZ BİRBİRİNE BENZEDİ

Ahmet KIZILKAYA

Şehirlerin bir ruhu olduğuna inanırım. Hiçbir şehir gerek coğrafi özelliği gerekse sakinlerinin yaşam biçimiyle bir diğerine benzemez. Benzememelidir de.

Eskiden beri işitiriz, birçok şehrimiz meydanları, yeşil doğası ve simge yapıları ile türlü tanımlamalarla anılırdı. Yeşil Bursa, Aziz İstanbul, Modern Ankara gibi.

Günümüze geldiğimizde şehirlere yakıştırılan bu sıfatlar da neredeyse unutuldu. Çok gezen bir insan olarak son yıllarda ülkemizin bütün şehirlerini dolaştım.

İmparatorluklara ve Cumhuriyete başkentlik yapmış simge şehirler İstanbul, Edirne, Konya ve Bursa da dahil olmak üzere neredeyse bütün şehirler kimliğini kaybetmiş birer beton yığınına dönüşmüş durumda.

Beton yığınına dönüşmek bir yana mimari ve yapılaşma konusunda da birbirinin kopyasına dönüşmüş birçok şehir. Bir yerde gördüğünüz kaldırım taşını rengi ve biçimiyle aynı olmak üzere bir başka şehirde görmeniz mümkün. Yapılan parklar, yolcu durakları, yollara koyulan oturma bankları da birbirinin kopyası gibi.

Parke taşının neredeyse unutulduğu, en ince sokakların dahi asfaltla kapandığı şehirlerimizde sanat ve estetikten yoksun binalar ise çok can sıkıcı.

Şahnişinli, cumbalı bir evi yıkıp onun yerine ruhsuz ve çirkin bir beton kütleyi kondurup adına rezidans demek marifet değil!

Olaya ticari kaygıyla bakıp kazanç elde etmeyi bir yere kadar kabul edebilirim ama birilerinin kazancı şehirlerin ve nesillerin kaybına yol açmamalı, buraların ruhuyla oynanmamalı.

 Eğer adına modern şehir dedikleri ve her biri birer küçük kasaba büyüklüğündeki ‘kent’leri yapmak kaçınılmazsa bari bu blok yapıları şehirlerin ortalarına yapmayın beyler. Onları konduracağınız kadar bakir arazi bütün şehirlerimizde mevcut.

Kendisini tanıma şansını bulamadığım ama kitaplarından ve yazılarından tanıdığım bilge mimar Turgut Cansever, ‘’Bugün inşa ettiğimiz yapılar çirkin iseler onların çirkinliği onları oluşturan inanç ve davranışlardan ayrı tutulamaz.’’ der.

 Avrupa’daki kentlere bakın bir de.

İtalya Floransa’da 400 yıllık kaldırım taşlarını, Avusturya Viyana’da 500 yıllık binaları,  parkları ve köprüleri, Çekya’nın başkenti Prag’da ortaçağ sokaklarını, Cervantes’in Don Kişot romanını yazdığı İspanya Toledo’da eski şehir surlarını görür, sanata ve tarihe verilen değer karşısında şapka çıkarırsınız.

Bizde niye böyle değil? Cevabı da belli aslında. Ancak bu, bir başka yazının konusu olacak kadar uzun ve önemli bir mesele. Yazarız bir gün bunu da.

Siluetleri kaybolmuş, çarşıları içinden çıkılamaz olmuş, trafik sorunu birinci gündem olmuş şehirlerde kimse mutlu olamaz. Oysa şehir dediğin mutlu insanların yaşadığı belde diye tanımlanır.

40 kat yükseğe konut yapıp, insanı insandan koparmak, topraktan uzaklaştırmak da şehir medeniyetine ve sosyal yaşama vurulmuş ağır bir darbedir.

AVM’lere karşı değilim, Ancak ‘’Çarşı’’nın yerine zevk ve estetikten uzak AVM’ler kondurursanız şehirlerimizin kapalı çarşılarını yok eder ve birbirinin kopyası olan, aynı dekor ve isimler altında açılan ‘‘cafe’’ lerde oturup vakit öldürmeyi sohbet ve muhabbet zannedersiniz. 

Yapılabilir mi bilmem ama insanı kapalı mekanlardan çıkarıp havayla, toprakla ve insanla yeniden buluşturmak gerekiyor.

Dikey yapılaşma yerine yatay yapılaşmaya geçip sokaklarımızı betonların arasında kalmış kuyu pozisyonundan çıkarıp, yaşanabilir alanlar haline getirmek gerek. Dahası her şehir kendi geleneğine, inanç ve yaşam değerlerine uygun biçimde yapılanmalı, yapılaşmalı. Birbirinin kopyası şehirleri görmekten bıktık.

Bugün insanlar doğana sevinmez, ölene üzülmez hale geldiyse ve insanlar kalabalıklarda yalnız yaşıyorsa bunda çirkin şehirleşmenin rolü büyük diye düşünüyorum. Modern yaşam adına insanları plazalara, AVM’lere, cam gövdeli dev binalara mahkum etmemelisiniz. Bunda ısrar ederseniz,  ruhunu kaybetmiş insanlar ve şehirler ortaya çıkarırsınız. Bundan daha büyük ne kötülük de ne ola ki!

Suyun şırıltısını, çiçeğin kokusunu, havanın oksijenini tanımayan bir insan topluluğunun sonraya bırakacağı bir mirası da olamaz.

Bana göre belediye başkanlarının, mimarların ve yetkililerin en çok kafa yormaları gereken konulardan birisi bu olmalı. Şehirlerin siluetlerinin, meydanlarının, çarşılarının bari bundan sonra korunması sağlansın. Ruhu kaybolmuş, birbirinin kopyası şehirler geleceğe miras olamaz çünkü.

2020 yılının gazetemiz okurlarına ülkemize ve tüm insanlığa sevgi ve barış getirmesini diliyorum…

Bir sonraki yazımda buluşuncaya kadar sevgiyle ve huzurla kalın.

 

Yazarın Diğer Yazıları