Ahmet KIZILKAYA

RUHUNU KAYBETMİŞ KELİMELER

Ahmet KIZILKAYA

 

Kelimelerin de tıpkı insanlar gibi ruhları vardır. Ben buna inanırım. Yerli yerinde ve anlamına uygun olarak kullanılan kelimelerdeki canlılığı ve güzelliği görmemek mümkün değil.  Tam tersi durumda ise ne sözcüğün anlamı kalıyor ne de sözün güzelliği.

Günlük hayatta yapılan dil yanlışlarının, kelimelerin canına okumanın haddi var hesabı yok.  İşin hazin tarafı okuyanı, okumayanı; diplomalısı, diplomasızı fark etmiyor, neredeyse toplumumuzun tamamına yakını dil konusunda bilinçsiz.

Zengin bir söz varlığına ve yüksek bir estetiğe sahip dilimizin böyle hoyratça kullanılması artık rahatsız edici boyutlara varmış durumda. Bu sıkıntı nasıl giderilir bilmem, ama bu sorumsuz kullanım biçimine dur demenin zamanı çoktan geldi de geçiyor.

Değerli antropolog ve tarihçi Leyla Neyzi, Yunan filozof Nikos Kazancakis’ten bir öyküyü şöyle nakleder.  ‘’İki gezgin uğradıkları bir köydeki çitin üzerinde değişik bir çiçek görerek onu koparırlar. Çok güzel bir çiçektir bu. Köyün çocukları etraflarına toplanır. Gezginler etraflarında toplanan çocuklara sorarlar, ‘Bu çiçeğin adı ne?’ Çocuklar ‘Bilmiyoruz. Lenio Teyze bilir’ derler. ‘Öyleyse koşun çağırın onu.’ der içlerinden biri. Çocuklardan biri köyün içine doğru koşar. Sabırsızlıkla bekler gezginler. Kısa bir süre sonra döner çocuk. ‘Lenio Teyze ölmüş’. Kalpleri daralır. Lenio Teyze’nin değil, aslında bir kelimenin öldüğünü düşünürler.

Neredeyse bizdeki durum da bu. Dil araştırmacıları, dil otoriteleri ve gönüllü Türkçe sevdalılarını bir yana bırakacak olursak dilimizin mümkün mertebe doğru konuşulduğunu ve doğru konuşulmaya çalışıldığını göremeyeceğiz. Belki daha korkutucu olanı, kelimelerin asıl anlamını bilen insanların nesli gittikçe tükenecek ve biz kupkuru ve gücünü kaybetmiş bir gündelik konuşma diline muhatap olacağız.

Devlet büyüklerimiz ve dil uzmanları, farkındalık oluşturmak adına seminerler düzenleyip, arka arkaya bilimsel toplantılar yapıyorlar, ama bu çalışmalar toplumsal alt yapı oluşturmak adına çok da yeterli olmuyor. Özellikle medya ilgililerinin, yaygın kitle iletişim araçlarının devreye girmesi gerekiyor. Zira medyada yazıp çizen insanların böyle bir toplumsal görevleri var. Gerçi medya organlarında yazıp çizen insanların büyük bir kesimi de dilin yazım kurallarından ve imlasından hatta anlam bilgisinden habersiz. Fakat şu aşamada böyle bir toplumsal görevi geniş kitlelere ulaştıracak başka bir araç görülmüyor.

Kelimelerin ruhu dedik ya, gelin günlük hayatta anlamının dışında kullanıldığı için dil hatalarına yol açan, kelimelerin ruhunu inciten birkaç örneğe birlikte bakalım.

HOCA sözcüğünü bilirsiniz hepiniz. Köken olarak Türkçe olmayan bu sözcük, bilgili, ders veren, imamlık yapan insanlar için kullanılır. Aynı zamanda yücelik, ululuk anlamında kullanıldığı da vardır. Lakin gelin görün ki günümüzde bu sözcük, insanların birbirleriyle iletişim kurmak ya da birbirlerine seslenmek için yerli yersiz bir şekilde sarf ettikleri kelime konumunda. Çarşıda, pazarda, toplu taşıma araçlarında hoca kelimesinin sıradan bir şekilde kullanıldığına hemen hemen her gün rastlayabilirsiniz.

HACI sözcüğü de anlamından uzak kullanılan kelimelerden. İslamiyetin bir şartı olarak ibadet vazifesini yerine getiren insanlar için kullanılan bu sıfat, tıpkı hoca sözcüğü gibi anlamının ve derinliğinin dışında oldukça basite indirgenerek lakayt bir şekilde insanların birbirlerine takıldıkları, seslendikleri bir söz konumuna düşürülmüş durumda. Gündelik konuşmalar esnasında hemen bütün yaş gruplarından insanların dillerinde pelesenk olmuş bir sözcük ‘hacı ‘ sözcüğü

KRAL sözcüğü,  Sırpça kökenli olup hükümdar anlamına gelir. Lakin gündelik hayatta, argo konuşmalar da dahil olmak üzere sıradan söyleyişlerin kurbanı olmuş sözcüklerden biridir. ‘Tamam kral, anladım kral, kral abim benim’ ve daha neler neler…

REİS kelimesine bakalım bir de. Bu kelime de son zamanların söyleyiş ve kullanım hoyratlığına uğramış sözlerinden biri. Anlam olarak önder, devlet yöneticisi ve toplumsal temsilci demektir. Ancak çoluk çocuğun ve dil bilincinden uzak kimselerin dilinde damağında sallapati bir şekilde bilinçsizce kullanılıyor. Belki insanlar kendilerini o boyutta görüyor ve görmek istiyorlar ama bu, onların dilimize hakaret etmelerini kelimelerin anlamlarıyla oynamalarını gerektirmiyor.

Aslında buna benzer daha çok örnek var. Dilimiz dünyamızdır dedik. Dilimiz kimliğimizdir dedik. Bir insanın kullandığı Türkçe, onun kültürel kapasitesiyle ve insanî boyutuyla ilgilidir dedik. Dedik demesine de çok şeyi de değiştiremedik. Hele son yıllarda Türkçeye karşı yapılan saygısızlıkları görünce  bu işin yeniden ele alınmasının ve toplumun dil bilincinin oluşturulmasının kaçınılmaz olduğu anlaşılıyor.

Dili zengin bir millet olmamıza rağmen, okuyanı, yazanı, düşünüp yorumlayanı kıt bir toplumuz. Bir an önce bu çelişkimizden kurtulmamız gerekiyor. Bunun için dilimiz Türkçeyi telaffuzuyla, yazımıyla, imlasıyla, anlamıyla iyi kavramamız gerekiyor. Unutmayalım dilimizin sınırı aslında dünyamızın sınırıdır.

Bir sonraki yazımda buluşuncaya kadar sevgiyle ve huzurla kalın..

 

Yazarın Diğer Yazıları